DÜNYA GAZETESİ / 22.06.2007
Mehmet MAÇ
Yeminli Mali Müşavir
DEVROLAN KDV SORUNU ÇÖZÜLMELİDİR
KDV’nin asıl hedefi Türkiye’deki nihai tüketicilerdir. Teorik olarak mal veya hizmetler nihaî tüketim aşamasına kadar sıfır oranda KDV’ye tabi tutulsa ve KDV uygulaması bu son aşamada yapılsa bile Devletin vergi kaybı olmaz.
Ancak KDV Kanunumuz, vergi emniyeti nedeniyle üretim girdilerinin veya satılmak üzere satın alınan veya ithal edilen malların temininde de KDV ödenmesini öngördüğü için tüccar, sanayici gibi nihaî tüketici konumunda olmayan firmalar, bu alımları nedeniyle KDV ödemek zorunda kalmaktadırlar.
Hernekadar mükelleflere, yüklendikleri bu KDV’leri kendi teslim veya hizmetleri nedeniyle müşterilerinden tahsil edecekleri KDV’den indirme hakkı verilmiş ise de KDV yükleniminin ağır bastığı (devrolan KDV çıkan) aylarda, indirimle giderilememiş olan (devrolan) KDV bir süre mükellefin sırtında kalmaktadır.
Bunun anlamı, devrolan KDV tutarlarına eşit miktardaki finansman kaynağının Devlet tarafından tutulması ve faizsiz olarak kullanılmasıdır.
Devrolan KDV’nin mükellefe nakden iadesi veya kamu borçlarına mahsubu, halen geçerli KDV mevzuatına göre mümkün değildir. Mesela mükellef stopaj açısından borçlu ise, devrolan KDV alacağı göz ardı edilerek stopaj tutarı ödetilmekte, ödemezse gecikme zammına maruz kalmaktadır.
Halbuki KDV nin asıl hedefi nihaî tüketicidir. Mükelleflerin KDV yüzünden yük altında kalmaması esastır.
KDV mükellefleri görünüşte KDV adı altında bir gidere maruz olmamakla beraber, devrolan KDV çıkan aylarda, finansman açısından yük altında kalmaktadırlar.
KDV’nin uygulandığı batılı ülkelerde KDV mükellefleri, teslim KDV’leri ağır basmışsa aradaki farkı Devlete öderler, yüklendikleri KDV ağır basmışsa aradaki farkı derhal geri alırlar. Olması gereken de budur.
Fakat Devletimiz mükelleflerin parasını faizsiz olarak kullanmaktan vazgeçmediği için ve/veya kendi sorumluluğunda olan vergi kaçağı ihtimalini ileri sürerek, çözüm önerilerine karşı duyarsız kalmaktadır.
Bu duyarsızlığın reel ekonomiye zarar verdiği, yatırımı cezalandırdığı, istihdamı daralttığı, yabancı sermaye girişini önlediği vergi kaçakçısı olmayan mükellefleri de devrolan KDV çıkan aylar boyunca mağdur ettiği ortadadır.
DÜRÜST MÜKELLEFLER, DÜRÜST OLMAYANLARIN NEDEN OLDUĞU VERGİ KAÇAKLARI YÜZÜNDEN MARUZ KALDIKLARI HAKSIZLIKLARDAN ve KÖTÜ MÜKELLEF MUAMELESİ GÖRMEKTEN BIKMIŞLARDIR.
VERGİ KAÇAĞININ MEVCUDİYETİ DÜRÜST MÜKELLEFLERİN MAĞDUR EDİLMESİNE GEREKÇE OLAMAZ.
Maliye İdaresi yetkilileri mükelleflerin beyan ettiği devrolan KDV’ye inanmamakta, bunun hasılat gizlenmesinden, sahte belgeye dayalı KDV indiriminden kaynaklanmış olabileceğini düşünmektedir. Bunda gerçek payı olmakla beraber bunu denetlemek ve önlemek görevi altında olan Maliye İdaresi’nin böyle bir gerekçe ile devrolan KDV sorununu çözmekten kaçınması doğru değildir. Kaldı ki, devrolan KDV beyanlarının önemli bir kısmı hile içermeyen, gerçeği aksettiren alacak beyanları olup, dürüst olmayan mükelleflerin varlığı ileri sürülerek dürüst mükelleflerin mağdur edilmesi yanlıştır.
Bir yabancı sermayeli şirketin Türkiye’de çok büyük bir kongre merkezi, otel ve eğlence parkı kurmaya niyetlendiğini varsayalım. Bu firma arsa alımı ve inşaat için yükleneceği KDV’nin finansmanına yıllarca katlanacağını öğrendiğinde, bu yükü yatırım ve işletme maliyetine dahil edecek ve belki de sırf bu yüzden yatırımı Türkiye’de yapmaktan vazgeçecektir. Görüldüğü gibi devrolan KDV sorunu, yatırımları ve istihdamı engellemekte olup, hiç olmazsa yatırım kaynaklı olan, belli büyüklüğün üzerindeki devrolan KDV’lere çözüm getirilmelidir.
Devrolan KDV sorununun, haksız iadelere fırsat vermeden ve Gelir İdaresi’ni zorlamadan çözülmesi mümkündür. Vergi emniyetinin sağlanması adına, devrolan KDV iadesinin veya mahsubunun incelemeye, teminat mektubuna veya YMM tasdik raporuna tabi olduğu hükme bağlanabilir.
Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, yatırımlar ve istihdam üzerinde olumsuz etki yapan DEVROLAN KDV SORUNUNUN ÇÖZÜLMESİ GEREKTİĞİ görüşündeyiz.