Mehmet MAÇ
Yeminli Mali Müşavir
KUR FARKLARI KDV YE TABİ TUTULMAMALI,
TUTULSA BİLE HESAPLANIŞ ŞEKLİ YASAYA UYGUN OLMALIDIR
1. KUR FARKLARI KDV’YE TABİ TUTULMAMALIDIR :
Bilindiği üzere, KDV Kanunu’nun uygulandığı ilk yıllarda, kur farklarının KDV ye tabi olmadığı yolunda mukteza veren Maliye Bakanlığı, herhangi bir yasa değişikliği olmadığı halde görüş değiştirerek;
- dövizle yapılması mutad olan işlemlerde yani müşterinin yurt dışında olduğu hallerde veya yurt içindeki uluslararası ihalelerde doğan kur farklarının KDV ye tabi olmadığı,
- bunun dışındaki işlemlerden doğan kur farklarının KDV ye tabi olduğu yönünde mukteza vermeye başlamıştır.
Kur farklarının KDV ye tabi olduğu şeklinde açık bir yasa hükmü yoktur.
Kur farklarının KDV ye tabi olduğu yönünde tebliğ hükmü de yoktur.
Üstelik kur farkları KDV ye tabi tutulmaya kalkışıldığında, KDV nin ana ilkeleri zedelenmekte ve uygulama güçlükleri ortaya çıkmaktadır.
Kur farklarının KDV ye tabi olup olmadığı öteden beri tartışma konusu edilmiş, yazarların bir kısmı Maliye İdaresi gibi düşündüğünü ifade ederken, bir kısmı da kur farklarının KDV ye tabi olmayacağı görüşünü savunmuştur.
Kimi firmalar dövizli satış bedellerinin daha sonra tahsili nedeniyle lehlerine ortaya çıkan kur farklarını kambiyo gelirleri hesabına yazmakla yetinmekte bir kısım firmalar ise, Maliye İdaresinin görüşüne uyarak bu kur farklarını faturaya bağlayıp KDV hesaplamaktadır.
Kur farkları için KDV hesaplamayan birçok mükellef bulunmakla beraber inceleme elemanları, kur farklarının KDV ye tabi olduğu görüşü ile az sayıda rapor üretmişler, bu nedenle vergi yargısında, konu hakkında yeterli içtihat oluşmamıştır.
Bazı kararlar, kur farklarının KDV ye tabi olmadığı yönündedir. (Danıştay 7. Dairesinin 15.10.2003 tarih ve E:2000/7423 – K: 2003/4293 sayılı kararı örnek gösterilebilir. Mehaz: Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Nisan 2004 sayısı) Buna mukabil Danıştay 11 inci Dairesinin 4.10.2000 tarih ve E:2000/1252 K:2000/3658 sayılı kararında, oy çokluğu ile, kur farklarının KDV ye tabi olduğu görüşü benimsenmiştir. (Bu karar Danıştay Dergisinin 105 sayılı nüshasının 591-594 üncü sayfalarında yer almaktadır.)
Bizim anlayışımıza göre, kur farkları KDV ye tabi tutulamaz.
Çünkü KDV nin konusu mal veya hizmet sirkülasyonudur. Malın tesliminde veya hizmetin ifasında, dövizli bedelin TL karşılığı üzerinden KDV hesaplanmışsa mesele yoktur.
Bedelin geç tahsilinden kaynaklanan kur farkı, bir mal tesliminin veya bir hizmet ifasının bedeli değildir. Bu nedenle KDV nin konusuna girmez.
Söz konusu kur farkını, müşteriye tanınan vadenin bedeli olarak tanımlamak mümkün değildir. Çünkü malın veya hizmetin faturası başlangıçta, bu vade dikkate alınarak yani döviz bazındaki vade farkını da içerecek şekilde düzenlenmiştir. Kaldı ki kur farkı satıcı lehine olabileceği gibi, kur düştüğünde satıcı aleyhine de olabilir.
Sonradan ortaya çıkan kur farkı, mükellefin iradesi dışında oluşan, reel olmayan ve bedel niteliği taşımayan bir fark olup, satılan mal veya yapılan hizmet bedelinin eklentisi değildir. Zaten kanun koyucu KDV Kanunu’nun 24 üncü maddesinde, kur farklarını KDV matrahına giren unsurlar arasında saymamıştır.
Kur farkını vade farkına, fiyat farkına yahut başka bir şeye “benzetmek” de mümkün değildir.
Nitekim, örtülü sermaye uygulamasında kur farklarının faiz sayılamayacağı yolunda bir çok Danıştay kararı vardır :
Daire
No
|
Karar Tarihi
|
Esas No
|
Karar No
|
Karar Metninden Alıntı ve Mehaz
|
3
|
04.05.1999
|
1998/3380
|
1999/1651
|
“…madde hükmünde kur farkından söz edilmediğinden …………. kur farkının kurum kazancından indirilmesi mümkündür…”
(Mehaz : Şükrü KIZILOT, Örtülü Sermaye, Sayfa 862)
|
4
|
26.01.1999
|
1998/2250
|
1999/50
|
“…kanunda sadece örtülü sermaye üzerinden ödenen faizlerin indiriminin kabul edilmeyeceği belirtilmiş olmasına rağmen, Türk Lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesinden kaynaklanan ve matrah farkının büyük bölümünü oluşturan, kur farklarının da dikkate alınmadan karar verilmesi de yerinde değildir…”
(Mehaz: Lebib Yalkın , Danıştay Kararları , Sayfa 671)
|
4
|
16.06.1995
|
1994/3894
|
1995/2937
|
“…yabancı kurumun parayı kullandırma hizmeti karşılığında alacağı yalnız faizdir. Faiz dışında bir gelir elde etmesi söz konusu olamayacağından ana paranın kur farkına ilişkin matrah farkında isabet görülmemiştir…”
(Mehaz: Yaklaşım Dergisi, Nisan 1999 Sayısı, Sayfa 151)
|
3
|
04.05.1999
|
1998/3380
|
1999/1651
|
“…örtülü sermaye olarak nitelendirilen borçlanmalarda, ……. madde hükmünde kur farkında söz edilmediğinden ……. kur farkının kurum kazancından indirilmesi mümkündür…”
(Mehaz: Yaklaşım Dergisi – Temmuz 1999 sayısı, Sayfa 177)
|
4
|
23.12.1998
|
1998/3295
|
1998/5516
|
“…kur farkı giderinin örtülü sermaye üzerinden ödenen faiz olarak değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır………. davacı kurumun kredi kullanması halinde daha fazla finansman gideri yükleneceği de açıktır. Ayrıca örtülü sermaye nedeniyle faiz ödendiğinin kabulü için, örtülü sermaye koyduğu ileri sürülen tarafın mamelekinde alınan faizden kaynaklanan bir artışın olması gerekir…”
(Mehaz: Yaklaşım Dergisi – Nisan 1999 sayısı, Sayfa 150)
|
Ekseri yazarların görüşü de, örtülü sermayeye ilişkin kur farklarının faiz sayılamayacağı yönünde olup, bu konudaki birkaç yazı örneği aşağıda zikredilmiştir :
Mehmet SEKDUR – Danıştay Tetkik Hakimi – Yaklaşım Dergisi Kasım 2001 Sayısı
Şevki BORAN – YMM – Yaklaşım Dergisi Nisan 1999 Sayısı
F. Rıfat ORTAÇ – Doç.Dr. Gazi Üniversitesi – Yaklaşım Dergisi Mart 2002 Sayısı
Mehmet MAÇ – YMM – Kurumlar Vergisi – 3. Baskı – Sayfa :682
Şükrü KIZILOT – Prof.Dr. – Yaklaşım Dergisi Şubat 1996 Sayısı
Öte yandan 57 no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğindeki “… döviz cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlerin faizlerinin ………….. tevkifata tabi olacağı, ayrıca kur farkı üzerinden tevkifat yapılmayacağı…” şeklinde ifade edilen hüküm, faiz ile kur farkının farklı şeyler olduğunu, kur farkının reel bir kazanım sayılamayacağını açıkça göstermektedir. Bu husus Danıştay Tetkik Hakimi Sn. Mehmet SEKDUR tarafından yukarıda belirtilen yazıda çarpıcı şekilde ortaya konmuştur.
Kaldı ki kur farkı Türk Lirasının yabancı paralar karşısında değer kaybından yani esas itibariyle enflasyondan kaynaklanan bir unsur olup, kur farkında KDV aramak, enflasyon üzerinden KDV istemek anlamına gelmektedir. Enflasyon muhasebesinin nihayet (enflasyon düştükten sonra) kabul edilmesi karşısında, kur farklarında KDV aramaya devam etmek açık bir çelişki oluşturmaktadır.
İşlemin, fatura kesim tarihindeki TL karşılığı ile tahsil olunan TL karşılığı farklı olmakla beraber, bu iki TL tutar, reel anlamda aynıdır. Dolayısıyla kur farkında KDV aramak vergi mükerrerliği demektir.
Zaten taraflar arasındaki ilişki dövizi baz aldığına ve KDV’si ödenmiş olan döviz tutarı ile tahsil olunan döviz arasında fark bulunmadığına, işlemin TL ile ilgisi de olmadığına göre, TL boyutundaki fark, yeni bir KDV yaratamaz.
Bütün bunlara rağmen kur farklarında KDV aranmasının gerekçesi olarak ileri sürülen hususlar, vade farklarının KDV ye tabi olduğu, kur farklarında KDV aranmaması halinde, benzer işlevli bu iki unsur arasında fark yaratılacağı ve dövizli işlemlere doğru kayma olacağı şeklinde özetlenebilir.
Bu gerekçelerin yasal dayanaktan mahrum olduğu açıktır. Yapılması gereken, kur farkları yani bir anlamda enflasyon üzerinden KDV istemek yerine, vade farklarının enflasyondan kaynaklanan (reel olmayan) kısmını ayıklayıp, enflasyon üzerinden KDV alınmasına son verilmesidir.
Kur farklarında KDV aranmamasına ilişkin detaylı dayanaklar ve karşı görüşün irdelenmesini içeren yazımız Mükellefin Dergisi’nde (Şubat 2002 sayısında) yayımlanmıştır. Daha önce Yaklaşım Dergisinin Nisan 2001 sayısında yayımlanmış olan yazımızda da kur farklarının KDV karşısındaki durumu hakkında geniş izahat vardır.
Bizim görüşlerimizin böyle olmasına, bu görüşlerimizi paylaşan pek çok meslektaşımız bulunmasına ve hatta bizim görüşümüz paralelinde Danıştay Kararları görülmesine rağmen, Maliye İdaresinin aksi yöndeki ısrarlı görüşü, bir kısım mükellefleri kur farklarında KDV hesaplamaya zorlamaktadır.
Kur farklarının KDV ye tabi olduğu görüşünün geçerliliği bir an için kabul edilse bile, her türlü kur farkının KDV ye tabi olmadığı kuşkusuzdur. Örneklemek gerekirse, bankada yatan veya kasada duran yabancı para nedeniyle oluşan kur farkları, KDV kapsamı dışında olan yahut KDV den istisna edilmiş işlemlerle ilgili bulunan kur farkları KDV ye tabi değildir veya KDV den istisnadır.
2. KUR FARKLARININ KDV YE TABİ OLDUĞU VARSAYILDIĞINDA, BU KDV NİN ORANI
NE OLACAKTIR :
Maliye İdaresi mal teslimi veya hizmet ifasından kaynaklanan satıcı lehindeki kur farklarını, satış bedelinin bir uzantısı (vade farkı) olarak görmekte ve bu nedenle asıl işlemde KDV oranı ne ise, bu işlemden doğan kur farkının da aynı oranda KDV ye tabi olduğunu belirtmektedir.
Bundan çıkan mana, kur farkı KDV kapsamı dışındaki bir işlemle ilgili alacaktan doğmuşsa, KDV nin dışında olacağı yani KDV beyannamesine dahil edilmeyeceğidir. KDV den müstesna bir işlemle ilgili ise, aynı istisna hükmü kapsamında kur farkı da KDV den istisna olacaktır. Asıl işlem de KDV oranı, % 1, % 8 veya % 18 ise, kur farkı da % 1, % 8 veya % 18 oranında KDV hesabına konu edilecektir.
Maliye İdaresinin ileri sürdüğü görüşler böyle olmakla beraber, bir firmanın aynı kişiye muhtelif KDV oranlarına tabi, kısmen dövizli kısmen TL bazında mal veya hizmet vermesi, gayrimuayyen tahsilatlarda bulunması halinde, oluşan kur farklarının hangi oranda KDV ye tabi tutulacağı yolunda bir yönlendirmesi mevcut değildir.
Mal veya hizmet sirkülasyonuna dayanmayan ve salt borç para alıp verme niteliği taşıyan işlemlerde, borç verilen para döviz ise veya taraflar bu borca döviz gözü ile bakmakta iseler, döviz bazında bir faiz söz konusu olmadığı sürece, mesela 40.000 EURO veya muadili para EURO cinsinden borç verilmiş ve bir süre sonra yine 40.000 EURO veya muadili para geri alınmışsa, bu işlemde bize göre katma değer yoktur, KDV aranamaz. Bu halde dahi, işlemin TL cinsinden deftere yansımış olmasından hareketle, verilen ve alınan paraların TL karşılıkları arasındaki fark için KDV olması gerektiği ileri sürenler çıkabilir. Ancak böyle bir işlemde KDV aramak, mal veya hizmet sirkülasyonuna dayanan alacaklara nazaran daha zayıf kalacaktır. Faiz söz konusu olduğunda ise sadece döviz faizi üzerinden genel oran KDV hesaplanması gerekir. (BSMV kapsamına giren işlemler KDV’den müstesnadır.)
3. KUR FARKLARININ KDV YE TABİ OLDUĞU VARSAYILDIĞINDA, BU KDV HANGİ AYDA DOĞMUŞ SAYILIR ?
Maliye İdaresi KDV ye tabi mal veya hizmet tesliminden kaynaklanan alacaklar nedeniyle ortaya çıkan kur farkı için, bu farkın oluşumu aşamasında KDV istememektedir. Dönem sonlarında bu alacaklara kur değerlemesi yapılsa bile, bu değerleme KDV nin doğuşuna neden olmamaktadır. Kur farklarında KDV yi doğuran olay bu farka konu alacağın tahsili (kur farkının realize olarak kesinleşmesi) olarak kabul edilmektedir.
Maliye İdaresi, KDV doğuşu açısından muhtelif unsurların yer aldığı cari hesap ortamında KDV doğuş zamanı konusunda yaşanan karmaşa için de çözüm göstermemektedir.
4. KUR FARKLARININ KDV YE TABİ OLDUĞU VARSAYILDIĞINDA, BU KDV NİN MATRAHI NE OLACAKTIR ? (KDV Kur Farkının İçinden mi Oyulacak, Yoksa Kur Farkına İlaveten mi Hesaplanacaktır ?)
Kur farklarının KDV ye tabi tutulmasında ortaya çıkan önemli sorunlardan biri de, KDV nin nasıl hesaplanacağı yani matrahın ne olduğu hususudur.
Maliye İdaresi bu konudaki sorulara,
Şayet dövizli alacak KDV dahil tutar ise, oluşan kur farkının KDV yi de içerdiği, dolayısıyla KDV tutarının, aynı oran kullanılarak iç yüzde yöntemi ile hesaplanacağı, buna mukabil satıcı KDV tutarını ayrıca tahsil etmiş ise, KDV hariç döviz tutarı üzerinden oluşan kur farkının KDV matrahını ifade ettiği ve KDV nin bu matrah üzerinden KDV hesaplanacağı, şeklinde cevap vermektedir.
Kur farkı KDV lerinin iç yüzde yoluyla mı, yoksa dış yüzde suretiyle mi hesaplanması gerektiği hakkındaki mukteza örnekleri aşağıdadır :
- Gelirler Genel Müdürlüğü’nün 28.05.1997 tarih ve B.07.0.GEL.0.53/5324- 189/22128 sayılı muktezası :
“…………………………………………………………………………………………………………….
Taksit tutarları katma değer vergisi dahil bedel üzerinden tespit edilmişse kur farkının katma değer vergisi iç yüzde yoluyla belirlenecektir. Taksit tutarının vergi hariç bedel üzerinden tespit edilmiş olması halinde ise dış yüzde uygulanarak katma değer vergisi hesaplanması gerekmektedir.”
- Gelirler Genel Müdürlüğü’nün 06.05.1997 tarih ve B.07.0.GEL.0.53/5324-185/18592 sayılı muktezası :
“…………………………………………………………………………………………………………….
………dövize endeksli veya bedelin döviz cinsinden ifade edildiği vadeli senet vadesinden önce ciro edilir veya kırdırılırsa, tahsil edilen bedelin o tarihteki cari kurdan toplam değeri ile mal veya hizmet satışının yapıldığı dönemdeki kur üzerinden hesaplanan değeri arasındaki fark matraha dahildir. Borçlanma katma değer vergisi dahil bedel üzerinden yapıldığından kur farkının katma değer vergisi, toplam kur farkına iç yüzde uygulanmak suretiyle hesaplanacaktır.”
- İstanbul Defterdarlığı’nın 29.03.1996 tarih ve 2126 sayılı muktezası ;
“…………………………………………………………………………………………………………….
…….vadeli satılan malın katma değer vergisi dahil bedelinin dövize endeksli olarak tespit edilmesi ve bedelin bir kısmının veya tamamının kararlaştırılan vadelerde ödenmesi halinde oluşan vade farkı mahiyetindeki kur farkları katma değer vergisini de ihtiva ettiğinden, mükelleflerce bu tutarlar üzerinden malın teslim tarihindeki geçerli katma değer vergisi oranı esas alınıp iç yüzde uygulanarak katma değer vergisinin hesaplanıp beyan edilmesi gerekmektedir.”
Ancak İdare, tarafların kur farkının KDV yi içerip içermediği konusunda yukarıdaki anlayışa uymayan bir mutabakatlarının bulunması halinde, bu mutabakata da itibar etmektedir. Mesela bir firma, % 18 orana tabi bir malı 100 EURO + 18 EURO = 118 EURO KDV dahil bedelle satmışsa, bu 118 EURO 5 ay sonra tahsil edilecek ise ve taraflar bu 118 $ ın sebep olacağı kur farkının KDV matrahını teşkil edeceği yönünde mutabık iseler, KDV iç yüzde yoluyla değil, oluşan kur farkına ilave suretiyle hesaplanabilmektedir. Aynı şekilde KDV nin peşinen tahsil edildiği hallerde taraflar, oluşacak kur farkının KDV yi de içereceği şeklinde anlaşmaya varıp KDV hesabını buna göre yapabilirler.
Maliye İdaresinin bu görüşlerine bazı açılardan katılamıyoruz.
Çünkü ;
Kur farkları vade farklarına benzetildiğine ve bunlar tanınan vadenin bedeli niteliğinde olduğu kabul edildiğine göre, kur farkı veya vade farkı KDV nin matrahını teşkil edecek, KDV ise bu matrah üzerinden ve ilgili mal yahut hizmetin tabi olduğu oran kullanılmak suretiyle, ayrıca hesaplanarak kur farkı veya vade farkı tutarına ilave edilerek vade tanınan alıcıdan talep edilecektir.
Zira KDV nin matrahı “BEDEL” dir. (KDV Kanunu Md.20) Vade tanıma halinde, kur farkı yahut vade farkı olarak ortaya çıkan bu bedel, asıl mal veya hizmet bedelinin uzantısı olarak kabul edilmekte ve KDV ye matrah oluşturmaktadır. Keza KDV tutarının matraha dahil olmayacağı konusunda da yasa hükmü vardır. (KDV Kanunu Md.25)
Dolayısıyla gerek vade farklarında gerekse kur farklarında KDV hesaplanırken iç yüzde uygulanması mümkün değildir. İç yüzde uygulanırsa yukarıdaki hükümlere aykırı hareket edilmiş, gerek hasılat gerekse KDV tutarı yasaya aykırı olarak küçültülmüş olur. Ayrıca bu yanlış uygulama, lehine kur farkı doğmuş olan mükellefi mağdur eder.
Başka bir anlatımla, tarafların aksine bir mutabakatı yoksa kur farkı KDV sinin iç yüzde yoluyla hesaplanacağını söylemek, yasaya aykırı olarak KDV matrahını küçülteceği gibi taraflar arasındaki ticarî ilişkiye, kur farkı elde edeni mağdur edecek, karşı tarafı ise sebepsiz zenginleştirecek bir müdahale niteliğindedir.
Maliye İdaresi kur farkına sebebiyet veren alacağın KDV dahil alacak olması halinde, KDV tutarının iç yüzde yoluyla hesaplanmasını şart koşmaktadır. Bu yaklaşım yanlıştır. Zira döviz alacağının bedelden mi, yoksa KDV den mi kaynaklandığının önemi yoktur. Alacak, kaynağı ne olursa olsun alacaktır.
Satıcı KDV tutarını müşteriden tahsil etmediğine ve müteakip ay cebinden ödemekle zorunda kaldığına göre, vade sona erdiğinde bu KDV ile birlikte KDV den doğan kur farkını ve buna ait KDV yi isteme hakkına sahiptir.
ÖRNEK :
Bir mükellef ithal ettiği malları satmakta ve satış bedellerini Dolar üzerinden belirlemektedir.
Bu mükellef 06.01.2004 tarihinde, KDV dahil tutarı 16.06.2004 de tahsil edilmek üzere 1.000 $ + 180 $ KDV şeklinde bir fatura kesmiştir. (Taraflarca satış tarihi için kabul edilen $ kuru 1.370.000 TL dir.)
Taraflar, 1.180 $ lık KDV dahil fatura borcundan doğacak kur farkı için KDV hesaplanacağı konusunda mutabıktırlar. Fakat bu KDV nin hesaplanış şekli hakkında herhangi bir belirleme yapmamışlardır.
Satıcı, bedelin karşılığı olan 1.370.000.000 TL yı hasılat kaydetmiş,
180 $ ın TL karşılığı olan 246.600.000 TL yi teslim KDV si olarak KDV beyannamesinde gösterip Şubat ayında ödemiştir.
Bizim anlayışımıza göre bu olayda alıcının borcu 1.180 $ dan ibarettir. Bu parayı 16.06.2004 günü satıcıya öderse borcu sona ermelidir. 01.06.2004 ile 16.06.2004 tarihleri arasında meydana gelen kur farkı gelir veya gider yazılmalı ve faturaya bağlanmamalıdır. Çünkü ortada ikinci bir satış veya hizmet yoktur. (Vade tanıma şeklindeki hizmetin bedeli 1.000 $ ın içinde olup peşinen faturalanmış ve KDV si hesaplanmıştır.)
Satıcı Maliye İdaresinden korktuğu için kur farkı üzerinden KDV hesaplayacaksa, alıcı da mukteza bazındaki Maliye İdaresi görüşleri nedeniyle satıcının korkusunu haklı bularak, kur farkı hesaplamasına razı olmuşsa, taraflar arasında kur farkı KDV sinin iç yüzde yoluyla hesaplanacağı şeklinde bir mutabakat da yoksa yapılacak işlem, satıcının 1.180 $ üzerinden oluşan kur farkına KDV ekleyerek fatura kesmesi ve 1.180$ a ilaveten bu KDV yi alıcıdan istemesidir.
Satış tarihindeki cari kur 1.370.000 TL, tahsilat tarihindeki kur 1.506.000 TL olduğuna göre kur farkı hesabı şu şekilde yapılır :
1.180 $ x (1.506.000 – 1.370.000 ) = 160.480.000 TL
Dolayısıyla satıcının keseceği kur farkı faturası 160.480.000 TL + 28.886.400 TL KDV şeklinde olmalıdır.
Maliye İdaresi böyle bir durumda, kur farkının bir kısmının KDV den doğduğu şeklindeki yersiz bir gerekçe ile satıcıyı iç yüzde hesabı ile yani 160.480.000 : 118 x 100 = 136.000.000 TL + 24.480.000 TL KDV şeklinde fatura kesmeye zorlamamalıdır.
Böyle bir zorlama, KDV matrahını yasaya aykırı olarak 160.480.000 TL den 136.000.000 TL ye düşüreceği gibi, satıcının 160.480.000 TL lık kur farkı gelirini, haksız olarak 136.000.000 TL ye indirecektir. Böyle bir zorlamanın yanlışlığı şuradan da bellidir ki, alıcı ile satıcı arasındaki mutabakat, satıcının 1.000 $ hasılat elde etmesi iken, bu zorlama yüzünden satıcının hasılatı, (160.480.000 – 136.000.000 =) 24.480.000 : 1.506.000 = 16,25 $ eksik kalır, yani 983,75 $ olur.
İnce hesap yapılmak istenirse, dövizli faturalardaki döviz KDV tutarının, KDV doğuş günü itibariyle geçerli kur üzerinden TL ye dönüşeceğinin (KDV Kanunu Md.26), bu meblağın müteakip aydaki KDV ödeme gününe kadar TL cinsinden donuk olarak kalacağının ve varsa satıcının devrolan KDV durumunun göz önünde tutulması mümkündür.
5. TEMEL SORUN ENFLASYONDUR. İSTEYEN MÜKELLEFLERİN DÖVİZ CİNSİNDEN DEFTER TUTMASINA İZİN VERİLMESİ, MALİ SORUNLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE ÇÖZER :
Yaklaşık otuz yıldır ülkemizde yaşanan enflasyon, başta Maliye Teşkilatı, mükellefler, mali müşavirler ve muhasebeciler olmak üzere milyonlarca kişiyi çok meşgul etmiş, Türk Lirası ile ifade edilen birçok işlemde ve mevzuatta kargaşa yaratmış, pek çok haksız kazanıma veya mağduriyete sebebiyet vermiştir.
Enflasyondan kaynaklanan haksız vergiler ve vergi sayısının çokluğu ve oranlarının yüksekliği, vergisini doğru ödeyen mükellefleri perişan etmiş, vergi kaçaklarını ve kayıt dışılığı yaygınlaştırmıştır.
Kur farklarının ve kur farklarına bağlı sorunların temelinde de enflasyon vardır.
İnanıyoruz ki, yıllar öncesinden beri isteyen mükelleflere döviz cinsinden defter tutma, vergilerini döviz cinsinden hesaplama ve bu vergilerin TL karşılığını ödeme izni verilseydi, bugün ekonomimiz çok daha güçlü, ülkemize gelen yabancı sermaye çok daha fazla olurdu.
Döviz cinsinden defter tutulabilseydi, bu şekilde defter tutanların enflasyon muhasebesiz kalmak derdi olmayacağı gibi, Türk Lirası değerinin oynaklığından kaynaklanan başağrılarının bir kısmı ve enflasyon muhasebesi uygulamak gibi bir külfeti de olmayacaktı.
Ne var ki, birçok insanımızda anlamsız bir döviz korkusu veya dövize antipati duygusu vardır. Dövizle işlem yapılmasını vatana ihanet gibi görenlere dahi rastlanmaktadır.
Halbuki bugün, Avrupa Birliğine girmek, dolayısıyla Türk Lirasını tarihe gömüp, EURO kullanmaya başlamak için yanıp tutuşmaktayız.
Döviz cinsinden defter tutma ve vergi hesaplama izninin ucu nihayet görünmüştür.
Halen gündemde olan vergi paketinin bir maddesinde sermayesi 100 Milyon ABD Doları veya muadilinden fazla olan ve bu sermayedeki yabancı ülkede mukim kişi veya kuruluş payı en az %40 olan firmalara Bakanlar Kurulunca yabancı para üzerinden defter tutma izni verilebileceği hükmü yer almaktadır.
Tasarıdaki bu hüküm yabancı para üzerinden defter tutmanın pekala mümkün olduğunu, fakat böyle bir iznin verilmesinden çekinildiğini göstermektedir. Bize göre bunda çekinilecek bir şey yoktur. Yabancı para ile defter tutmak iyi bir şey ise (ki bize göre de ihtiyaç duyanlar için iyi bir şeydir ve kimseye zararı yoktur) bu iyi şey, sadece dev yabancı sermayeli şirketlere değil, yerli veya yabancı tüm mükelleflere açık olmalıdır.
Bir ölçüde konumuzun dışında olmakla beraber, enflasyon muhasebesinin (mali tabloların enflasyona göre düzeltilmesinin) güç bir işlem olduğu, bilanço kalemlerini tek-tek revize etmek yerine isteyenlerin, öz sermayelerinde meydana gelen erimeyi TEFE oranına göre bulup, beyanname üzerinde indirmelerine izin verilmesinin gelir veya kurumlar vergisi matrahları üzerindeki enflasyon etkisini gidermede, döviz ile defter tutulmasının alternatifi şeklinde pratik bir yöntem olabileceği yolundaki görüşümüzü belirtmekte de yarar görüyoruz.