Mehmet MAÇ
Yeminli Mali Müşavir
DENET YMM A.Ş.
KUR FARKLARINDA KDV ARANMAMALIDIR
1. GENEL AÇIKLAMA :
Kur farklarının KDV’ye tabi olup olmadığı konusu, yıllardır üzerinde tartışılmakta olan fakat ne yasal düzenlemeyle ne de yargı kararlarıyla netliğe kavuşmamış bulunan karmaşık bir konudur.
Maliye İdaresi, ithalat, ihracat, yurt dışından alacaklı olma, uluslararası dövizli ihaleler gibi “dövizle yapılması mutad” olarak isimlendirdiği işlemler dışında, Türkiye’de mukim firmalar lehine, alacak nedeniyle oluşan kur farklarının KDV’ye tabi olduğu görüşündedir. Ancak bu görüş açık bir yasa hükmüne hatta tebliğe bile dayanmamaktadır. Uygulamada da birçok kur farkı dekonta bile gerek görülmeksizin taraflarca kambiyo kârı veya zararı olarak kayda alınıp KDV’lendirilmemekte, bu KDV’sizliklerin tenkit edildiğine, dolayısıyla kur farkı KDV’leri ile ilgili ihtilaflara ve yargı kararlarına ender rastlanmaktadır.
Uygulamada bazı firmaların kur farklarını KDV’li faturaya bağladıkları görülebilmektedir. Ancak söz konusu KDV’li kur farkı faturaları daha çok fatura muhatabının KDV yi indirebildiği ve bu indirimin işe yaradığı hallerde muhatap KDV’ye razı olduğundan, kur farkının KDV ye tabi olup olmadığı konusunda tartışmaya girmemek amacıyla kabul görmektedir.
Dolayısıyla kur farklarının KDV’ye tabi tutulduğu bu gibi olayları, söz konusu uygulamanın doğru ve yaygın olduğu şeklinde anlamamak gerekir. Nitekim böyle bir KDV’ye maruz kalacak kişi veya firmanın KDV indirimi hakkının bulunmadığı veya KDV indirim hakkı olsa bile, devrolan KDV nedeniyle bu indirimin uzun süre işe yaramayacağı durumlarda, kur farkı faturalarına şiddetli itirazlar gelmekte veya faturayı kesecek olanın KDV’yi hiçbir zaman tahsil edememe durumu olabilmektedir. Bu gibi durumlarda çoğu zaman kur farklarında KDV olamayacağı fikri ön plana çıkmakta ve KDV uygulamasına gidilmemektedir.
OLAYIN ÖZÜNDE ENFLASYON FAKTÖRÜ VARDIR.
DÖVİZ KURLARINDAKİ ARTIŞLARIN ANA KAYNAĞI ENFLASYONDUR.
KDV’nin KONUSU ise ENFLASYON DEĞİLDİR.
Mal teslimi veya hizmet ifasıdır.
Kur farkları üzerinden KDV almak, ENFLASYON ÜZERİNDEN KDV ALMAK ANLAMINDADIR.
Zira enflasyon azdıkça, kurlar da şiddetle yükselmekte, kur farkları KDV ye tabi tutulunca, ENFLASYON ÜZERİNDEN KDV ALINMIŞ OLMAKTADIR.
Kur farkları üzerinden KDV isteyen Maliye İdaresi’nin ana dayanağı, kur farklarının, KDV Kanunu’nun 24 üncü maddesindeki vade farkı veya faize benzetilmesidir.
Halbuki kur farkları ne faize ne de vade farkına benzetilemez. Zira kur farkları, mal bedelinin uzantısı ya da bir finansman hizmetinin bedeli değil, işlemi yapanların iradesi dışında, para değerlerinin değişmesinden kaynaklanan ve işlem bedelini (dövizli tutarı) etkilemeyen bir unsurdur.
Kur farklarını, vade farkı veya faiz ile kıyaslayarak (vergi uygulamalarında kıyas geçerli değildir) KDV ye tabi tutmak şöyle dursun, FAİZİN veya VADE FARKININ BÜNYESİNDEKİ ENFLASYON KAYNAKLI FİKTİF KISMI, VERGİ MATRAHINA GİRMEKTEN KURTARACAK YASAL DÜZENLEMELERE İHTİYAÇ VARDIR.
ÖRNEK :
Bir mükellef 100 milyar liraya sattığı mal veya hizmet üzerinden gerekli KDV yi hesaplayıp ödemiş, böylelikle bu işlem eksiksiz olarak KDV ye tabi tutulmuştur.
Söz konusu 100 milyar için müşteriye aylık % 5 oran üzerinden 10 ay vade tanınmıştır. Söz konusu 10 ay içinde meydana gelen enflasyon % 60 ise, alınan (5x10=) %50 oranındaki vade farkının tamamı enflasyonla yok olmuş bir değerdir. Yani satıcı, müşterisine vade tanıyıp finansman geliri elde etmek şöyle dursun, % 10 nispetinde kayba uğramıştır. Halbuki KDV Kanunu’muz, bu satıcının malı veya hizmeti satmaktan başka, bir de finansman hizmeti yaptığını ve bu hizmetten 50 milyar lira bedel elde ettiğini varsayarak bu FİKTİF UNSUR (yani ENFLASYON) üzerinden KDV alınmasını istemektedir.
Enflasyonun aşırı ve kaynak kurutucu vergileme etkisinin, sadece gelir ve kurumlar vergisinde olduğu zannedilmesin. Bu vergiler açısından enflasyon muhasebesine ne kadar ihtiyaç var ise, faiz ve vade farklarının, KDV açısından enflasyon etkisinden arındırılmasına da o kadar ihtiyaç vardır.
Kur farkları üzerinden KDV almaya kalkışmak, yasalarımıza aykırı olmaktan başka, böyle bir vergilemenin tatbikat (özellikle KDV nin doğuş zamanı, tesbit ve tahsili) açısından sayısız sorunlar doğuracağı da unutulmamalıdır.
Aşağıdaki bölümlerde ise farklı bir anlatım ve yaklaşımla, kur farklarının KDV karşısındaki durumu hakkındaki görüşlerimiz ifade edilmiştir.
2. TÜRKİYE’de MUKİM KİŞİLER ARASINDA DÖVİZLİ İŞLEM YAPILABİLİR Mİ ?
Kur farklarının KDV’ye tabi olup olmadığı şeklindeki tartışmalar, kambiyo mevzuatımıza göre, Türkiye’de mukim olanların birbirleri ile bedeli döviz olarak belirlenmiş, alım, satım, hizmet gibi işlemler, döviz ile ödeme ve tahsilatlar yapıp yapmayacakları konusuna kaymaktadır.
Zira Maliye İdaresi, Türkiye’de mukim olanlar arasında dövizli işlem yapılamayacağı, yapılmışsa bile bunlara TL karşılıkları itibarıyle bakılması gerektiği, vadelendirme sonucunda TL tutarlarda meydana gelen farkların da TL işlemlerindeki vade farkları ve faizler gibi KDV ye tabi olduğu görüşünü ileri sürmektedir.
Bize göre, Türkiye’de yerleşik kişi, kuruluş veya firmalar, yine Türkiye’de yerleşik olanlara bedeli döviz olarak yahut dövize endeksli şekilde belirlenmiş mal veya hizmet tesliminde bulunabilirler. Bu konuda en ufak bir tereddüde gerek yoktur. Zira, Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Kararın 4 üncü maddesinin (b) bendi şöyledir :
“ b) Türkiye’de yerleşik kişilerin beraberlerinde döviz bulundurmaları, bankalar, özel finans kurumları, yetkili müesseseler, PTT ile kıymetli maden aracı kuruluşlarından döviz satın almaları, dövizleri bankalarda açacakları döviz hesaplarında tutmaları, efektif olarak kullanmaları, bankalar ve özel finans kurumları vasıtasıyla yurt içinde ve yurt dışında tasarruf etmeleri serbesttir.”
Türkiye’de yerleşik bir kişi, yabancı parayı nakden veya hesaben serbestçe Türkiye’de tasarruf edebildiğine (verebildiğine) göre, Türkiye’de mukim muhatabı da aynı yabancı parayı nakden veya hesaben kabul edebilir.
Zaten uygulamada çok yaygın bir şekilde mal ve hizmet fiyatları veya bedelleri döviz olarak belirlenip, bu bedeller döviz olarak veya bu dövizin karşılığını teşkil eden TL. veya bir başka değer olarak ödenmektedir. 32 sayılı Kararın yürürlüğe girdiği 11.8.1989 tarihinden bu yana, arızî birkaç olay dışında hiç kimsenin döviz üzerinden fiyat belirlediği, döviz ödediği veya döviz tahsil ettiği için kambiyo kovuşturmasına uğradığı görülmüş değildir. Yargı mercilerinin döviz üzerinden belirlenmiş olan kira sözleşmelerine itibar ediyor olması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Öte yandan, dövizli çek veya senet düzenlenmesi ve döviz cinsinden alacakların “döviz” olarak takibe konu edilmeleri de mümkündür. Her ne kadar Kambiyo Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’de mukim kişilerin mal ve hizmet satışları karşılığında döviz kabul edemeyecekleri şeklinde bir görüşüne rastlanmış ise de, bu görüşün 32 sayılı Karara uymadığı açıktır.
Nitekim, katılmadığımız olumsuz görüşün etkisi ile, Türkiye’deki döviz tevdiat hesapları arasındaki havale işlemleri durdurulmuş, yaratılan gereksiz infial üzerine, yeniden başlatılmıştır. (Bu konuda, 12.11.2001 tarihli Finansal Forum Gazetesinde yayınlanan yazımıza bakınız.)
3. KUR FARKLARININ KDV’YE TABİ OLMADIĞI YOLUNDAKİ GÖRÜŞÜN DAYANAKLARI :
· 24 üncü maddenin (c) bendindeki, “vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim GİBİ ......... menfaat, hizmet ve değerler” şeklinde ifade olunarak matraha dahil olduğu belirtilen unsurlara, “GİBİ” kelimesinden hareketle kur farkları da eklenmek istenmektedir.
KDV Kanununda kur farklarının KDV’ye tabi olduğu yolunda hiçbir hüküm yoktur. KDV Kanununun 24 üncü maddesinde vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim şeklindeki kazanımlar sayılmış iken, önemli bir unsur olan kur farkının zikredilmemiş olması, kur farklarının KDV konusuna girmediğinin en açık göstergesidir. Vergi kanunlarının yorum ve uygulamasında kıyas metodu geçerli değildir. Dolayısıyla kur farklarının, faize veya vade farkına benzetilmesi suretiyle KDV’ye tabi olduğu ileri sürülemez. Zaten, kur farkı ile faiz veya vade farkı birbirine benzetilemeyecek unsurlardır.
Nitekim, Danıştay 4 üncü Dairesi’nin 12.12.1998 tarih ve E.1997/3053, K.1998/482 sayılı kararında “KUR FARKININ FAİZ SAYILMAYACAĞI” hükme bağlanmıştır. Keza vadeli döviz tevdiat hesaplarında hesap sahibi lehine doğan kur farkları için değil, sadece döviz bazındaki faiz için gelir vergisi stopajı yapılıyor oluşu da, kur farkının faize benzetilmeyeceğini ortaya koymaktadır.
· KDV’nin konusu, bir malın teslimi veya bir hizmetin ifası karşılığında alınan veya alacaklanılan bedeldir. Kur farkları ise, herhangi bir mal tesliminin veya hizmet ifasının karşılığını teşkil eden bir bedel değildir. Tarafların iradesi dışında tezahür eden ve sadece Türk Lirası ile yabancı paralar arasındaki parite değişiminden kaynaklanan (enflasyon kaynaklı) farklardır. Parite değişimi bir teslim veya bir hizmet hatta işlem olmadığı, kaldı ki parite değişmedikçe kur farkı doğmadığı cihetle, kur farklarını KDV ye tabi bir bedel saymak mümkün değildir.
· KDV Kanunu’nun 20 nci maddesinde “BEDEL deyimi, ...... alınan....... para.............” şeklinde düzenlenmiştir. Dövizli işlemlerde itibar edilen para birimi TL. değil, Dolar, EURO gibi bir yabancı paradır. KDV bu para üzerinden ve KDV nin doğduğu ayda hesaplanıp beyan edilmektedir. İşlem bedeli, dolayısıyle KDV matrahı 100 $ ise, bir süre sonra alınan para da yine 100 $ dır. Ek KDV doğmasına yol açacak ilave bir ödeme yoktur.
· Geçmişte yıllarca dövizin para mı yoksa mal mı olduğu tartışılmıştır. KDV Kanununun 17/4-g maddesinde döviz teslimleri KDV’den istisna edilmek suretiyle, dövizin mal olduğu hükme bağlanmıştır. Dövizin borç verilmesi olayı ise döviz teslimi değil herhangi bir mal gibi dövizin kiraya verilmesi olayıdır. Kiraya verilen döviz geri döndüğünde kiraya verilen mal kira hitamı nedeniyle sahibine avdet etmiş olur. Döviz bazında faiz yok ise, katma değer oluşmamış demektir. Döviz sahibi lehine kendiliğinden oluşan kur farkı ise, döviz sahibinin kasasındaki dövizin yarattığı kur farkından farksızdır. Çünkü kiradaki döviz kendi mülkiyetindedir.
· Dövizli işlemlerde işleme konu olan şey, yabancı paradır. Bu paranın TL karşılığının ne olduğunun işlem açısından ve taraflar nezdinde önemi yoktur. Örneğin, bir firma 1.000 $’ı (veya muadili birşeyi) başka bir kişiye vererek $ cinsinden alacaklanmış ve bir süre sonra yine 1.000 $ (veya muadili bir değer) almışsa bu işlemde bir katma değer oluşmamıştır. Şayet, verilen 1.000 $, 1.050 $ olarak geri dönmüşse, borç verme işlemi nedeniyle oluşan katma değer, 50 $’dan ibarettir. Dolayısıyla KDV’lenmesi gereken rakam 50 $’dır.
· Maliye İdaresi, yurtdışından olan dövizli alacaklardan veya dövizli olarak yapılan uluslararası ihaleler ile ilgili alacaklardan doğan lehteki kur farklarında KDV aramamaktadır. Kambiyo mevzuatına göre Türkiye’de mukim kişilerin birbirleriyle dövizli işlem yapmaları serbest olup, (yukarıdaki 2 nolu bölüme bakınız) Türkiye’de mukim kişiler arasındaki dövizli alacaklarda KDV aranması için herhangi bir gerekçe yoktur.
· Bir mal veya hizmet tesliminden kaynaklanan dövizli alacağın, TL tutarı itibariyle kur farkı yüzünden büyümesi halinde, oluşan bu farkın söz konusu mal veya hizmet teslimine ilişkin fiyat farkı mahiyetinde olduğunu söyleyenler çıkabilir. (Bu görüş dahi yanlıştır, çünkü döviz karşılığı satılan mal veya hizmetin KDV’si teslime veya hizmetin ifasına bağlı olarak, 26 ncı madde uyarınca hesaplanıp ödenmekte, böylelikle mala veya hizmete ilişkin KDV’lendirme işlemi sona ermektedir. Döviz olarak ortaya çıkan bedelin bu dövizde büyüme meydana gelmeksizin geç tahsili halinde döviz bazında katma değer oluşmamakta, ortaya çıkan kur farkı ise bir hizmet karşılığı olmadığından KDV dışında bulunmaktadır.) Döviz bazında salt para kullanımı söz konusu ise, bu borçlanmadan doğan kur farkı için, herhangi bir mala veya hizmete ait fiyat farkı olduğu iddiası dahi ileri sürülemez.
· Kur farklarının KDV’ye tabi olduğu yolundaki görüş, borç para verme işleminin bir finansman hizmeti olduğu, kur farkının ise, bu hizmetin bedeli olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Kur farkı ters yönde olduğunda bu görüş iflas etmekte ve yanlışlığı ortaya çıkmaktadır.
· Kur farkında KDV aranmasının yanlışlığını vurgulayan hususlardan biri de, dövizli ikrazın bir bankaya (banka mevduatı vb.) veya devlete (hazine bonosu, devlet tahvili vb.) yönelik olması (yani bankaya yahut devlete dövizli borç verilip kur farkı geliri elde edilmesi) halinde, hiç kimsenin KDV yi aklına getirmiyor oluşudur. Halbuki dövizli borç verme işleminin bir bankaya yahut Devlete yönelik olması ile başka bir firmaya veya şahsa yönelik olması arasında fark yoktur.
· İlgili döviz türünün milli para olarak kullanıldığı bir ülkede o dövizin borç verildiği ve aynı miktar dövizin geri alındığı durumda KDV doğmaz iken AYNI İŞLEM Türkiye’de yapıldığında KDV doğmasının izahı yoktur.
4. KUR FARKLARININ KDV’YE TABİ OLDUĞU GÖRÜŞÜNÜN GEÇERSİZ DAYANAKLARI :
Doğrudan dövize dayanan işlemlerde kur farklarının KDV’ye tabi olacağına dair yasaya dayanan hiçbir görüş ileri sürmek mümkün değildir. (TL’nin baz alındığı fakat ödemede gecikme halinde kur ölçü olmak kaydıyla bu TL nin büyüyeceği yani fiyat farkı oluşacağı tarzındaki işlemlerde, söz konusu kur farkları, fiyat farkı olarak KDV’ye konu edilebilir. Yukarıdaki 1 nolu bölümde belirttiğimiz gibi enflasyonun vergilenmesi sonucunu doğuran bu durumun da yasa değişikliği ile ortadan kaldırılması gerekir)
Kur farklarının KDV ye tabi olması gerektiği yolundaki yasaya dayanmayan görüşler ve bu görüşlerin yanlışlığı :
· TL olarak borç verildiğinde ortaya çıkan faiz KDV ye tabidir. Borç döviz olarak verildiğinde TL faize benzeyen kur farkında KDV aranmazsa, ekonomi dövizli işlemlere doğru kayar. (Böyle bir gerekçe vergilendirmenin dayanağı olamaz. Vergilendirme yasaya dayanılarak yapılır. Kaldı ki dövize kayma durumu vergileme yoluyla değil, Türk Lirasına güven ve itibar kazandırılarak önlenebilir. Dövizi yasaklamak ise, asla düşünülmemesi gereken, ülkemizi Dünya platformundan silip tümüyle karanlıklara gömecek olan bir eylemdir.)
· Dövizli borç verme işlemi bir finansman hizmetidir. Kur farkı ise, bu hizmetin bedelidir. (Bu görüş yanlıştır. Çünkü dövizin bir mal olduğunu ve bu malın kiraya verilmiş olduğunu göz önüne alırsak, malın aynen geri dönmesi halinde hiçbir katma değer doğmayacaktır. Şayet mal çoğalarak geri dönerse – döviz faiz oluşursa – bu döviz faiz KDV konusuna girebilir. Kur farkı ise, kendiliğinden doğan ve bu kiraya verme işleminin bedeli niteliğini taşımayan zahiri bir faktördür. Nitekim KDV Kanunun 17/4-g bendinde “döviz teslimleri” KDV den istisna edilmek suretiyle, dövizin bir mal olduğu yasa ile tespit edilmiştir.)
· Kur farkı, dövizli alacağı olmaktan doğan bir gelirdir. Nasıl olurda bir gelir, KDV dışında kalabilir ? (Kur farkı geliri hizmetten veya teslimden kaynaklanan bir gelir değildir. Dövize sahip olma keyfiyetinin kendiliğinden yarattığı gerçek anlamda zenginleşme (katma değer) sağlamayan ve sadece kayıtlarda kendini gösteren dövizin TL karşılığı açısından oluşan bir farktır. Şayet bu döviz başka birisine borç olarak verilmeyip kasada tutulsa idi dahi kur farkı geliri doğacaktı. Başka bir anlatımla kur farkı geliri, dövizin başka birisine borç olarak verilmesinden değil, bizatihi o dövize sahip olunmasından kaynaklanan, mal ve hizmet tesliminin bedeli olarak doğmadığı için KDV ye tabi tutulması mümkün bulunmayan fiktif bir gelir türüdür.)
· Lehteki kur farkları üzerinden gelir veya kurumlar vergisi alınıyor olması, tamamen ayrı ve özünde yanlış bir durum olup, kur farklarının KDV’ye de tabi tutulmasının gerekçesi ve dayanağı olamaz. Çünkü bunlar ayrı Kanunlarla düzenlenmiş olup, gelir ve kurumlar vergisi açısından aleyhteki kur farklarının ve diğer finansman masraflarının gider yazılması şeklinde kısmen (özsermaye haricinde) dengeleyici bir mekanizma ve yeniden değerleme, maliyet revizesi gibi kısmî enflasyon arındırma tedbirleri mevcuttur.
· Kur farklarının KDV’ye tabi olduğu yolunda yasal dayanak olarak gösterilmekte olan, KDV Kanunu’nun 24/c ve 20 nci maddelerinin, kur farkı ile ilgisi olmadığı yukarıdaki 3 no.lu bölümde açıklanmıştır.
Ne var ki, tarhiyat riski yaratıyor olması nedeniyle, dayanaksız da olsa gözardı edilemeyen ve çok sayıda mukteza ile ortaya çıkmış olan Maliye İdaresi görüşü, yukarıda açıklandığı gibi, dövizle yapılması mutad olmayan işlemlerde doğan kur farklarının bu işleme ait vade farkı sayılması,yani bir manada dövizli ilişkiyi yok sayıp belli bir miktar TL’nin verildiği, bundan daha büyük miktar TL’nin alındığı, iki TL arasındaki farkın faiz veya vade farkı mahiyeti taşıdığı bu nedenle de KDV’ye tabi olduğu yolundadır. (Bu kadar önemli bir konuda Maliye İdaresinin tebliğ çıkarmıyor oluşunu dikkat çekici buluyoruz. Bu durumu, böyle bir tebliğin Danıştay tarafından iptal edileceği endişesi nedeniyle çıkarılmadığı şeklinde yorumluyoruz.)
Uygulamada birçok firmanın bu görüşe itibar etmediği, hatta inceleme elemanlarının yaygın şekilde bu konunun üzerine gitmedikleri, yargıya intikal eden olay olmadığı ve dolayısıyla da yargı görüşünün bir türlü ortaya çıkmadığı bir gerçektir. (Bildiğimiz iki Danıştay kararından birinde bir hizmetin karşılığı olmayıp kendiliğinden doğduğu gerekçesi ile kur farklarının KDV konusuna girmediği, diğer kararda ise $ karşılığı vadeli satış sonucu ele geçen TL’ler toplamının yani bu arada kur farkının KDV’ye tabi olduğu yönünde olup, bu kararlar yeterli içtihat değildir.)
Maliye İdaresi, bu görüş doğrultusunda kur farkı KDV’si hesaplanırken, KDV’yi kur farkına ilaveten hesaplamak veya KDV tutarını, kur farkına iç yüzde uygulayarak tesbit etmek konusunda tarafları serbest bırakmaktadır. Hatta bazı muktezalarında kur farkı KDV’sinin, kur farkına iç yüzde uygulamak suretiyle hesaplanacağını ileri sürmektedir. (Gelirler Genel Müdürlüğü’nün 06.05.1997 tarih ve B.07.0.GEL.0.53/5324-185/18592 sayılı muktezası)
Maliye İdaresinin bu tutumu da yasada yeri olmayan keyfî bir tutumdur. Maliye İdaresi işlemlerin dövize kaydırılarak enflasyondan doğan fiktif faktörlerin KDV sinden kurtulma yolunu tıkamak için, kur farkının KDV ye tabi olduğu şeklinde yasaya aykırı bir uygulama içine girmiş, bu görüşün kabul edilemez sonuçlar verdiği noktalarda, dövizle yapılması mutad olan - olmayan işlemler ayrımına gitmek, KDV nin bedel içine gömülebileceğini (iç yüzde uygulanabileceğini) söylemek şeklinde yasaya tamamen aykırı çelişkiler içine düşmüştür. Zira bir yandan kur farkının bir bedel olduğu iddia edilmekte, bir yandan da KDV nin bu bedelin içinde gömülü olabileceği ileri sürülmektedir. Halbuki KDV Kanunu’nun 25 inci maddesine göre KDV matraha yani bedele dahil değildir. Kur farkı içinde KDV nin de bulunduğunu söylemek taraflar arasındaki işleme müdahale ve dövizli işlem yapanların vergi yoluyla haksız şekilde fakirleştirilmeleri sonucunu doğurmaktadır
Sonuç olarak, kur farkı üzerinden dış veya iç yüzde yoluyla KDV hesaplanmaması az da olsa bir tarhiyat riski taşımakla beraber, böyle bir tarhiyat halinde söz konusu kur farkının KDV’ye tabi olmadığı yolunda birçok gerekçe ileri sürerek dava açmak mümkün olup, böyle bir davanın akıbeti konusunda peşinen tahminde bulunmak mümkün değildir.
Not :
Kur farklarının KDV karşısındaki durumu hakkındaki şahsî görüşlerimiz, diğer yazarların görüşleri, Maliye İdaresi’nin görüşü, Danıştay’ın görüşü unsurlarını içeren detaylı bir yazımız, Yaklaşım dergisinin Nisan 2001 sayısında yayımlanmış olup, bu yazının da tetkiki ile, konu hakkında daha detaylı bilgi alınması mümkün olacaktır.