Mehmet MAÇ Adem KEFELİOĞLU
Yeminli Mali Müşavir Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
ŞÜPHELİ ALACAK KARŞILIĞI UYGULAMASINDA TEMİNAT KAVRAMI
1. GİRİŞ :
Vergi mevzuatımızın önemli konularından biri olan “Şüpheli Alacak Karşılığı” müessesesi, Vergi Usul Kanunu’nun 323’üncü maddesinde düzenlenmiştir.
Söz konusu madde ile ilgili uygulama, gerek akademik düzeyde yapılan tartışmalar ve gerekse mali yargının zamanla değişen ve gelişen kararları doğrultusunda şekillenmiş ve bu günkü noktaya gelinmiştir.
Günümüzde şüpheli alacak karşılığı konusunda, tahsil edilemeyen KDV’nin gider yazılıp yazılamayacağı, kamu kurum ve kuruluşlarından olan alacaklarla ilgili karşılık ayrılıp ayrılamayacağı, icra safhasında haczedilen malların teminat kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, alacakların daha önce gelir yazılıp yazılmadığının etkisi gibi konularda önemli ölçüde uygulama birliği sağlanmış olup, bu yazımızın konusu şüpheli alacak karşılığı uygulamasında teminat kavramının irdelenmesi ile sınırlı tutulmuştur.
2. ŞÜPHELİ ALACAK KARŞILIĞI :
Vergi Usul Kanunu’nun 323’üncü maddesinde;
“Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;
- Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar;
- Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek kadar küçük alacaklar şüpheli alacak sayılır.
Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.
Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. TEMİNATLI ALACAKLARDA BU KARŞILIK TEMİNATTAN GERİ KALAN MİKTARA İNHİSAR EDER.
Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kâr-zarar hesabına intikal ettirilir.” denilmektedir.
Madde metninden anlaşıldığı üzere, şüpheli alacak karşılığı ayırabilecek mükelleflerin ticarî veya ziraî faaliyetle iştigal etmeleri ve bilanço esasına göre defter tutmaları gerekmektedir (1).
Bu kısa açıklamadan sonra asıl konumuz olan şüpheli alacak karşılığı uygulamasında teminat kavramına geçebiliriz.
_________________________________
(1) Danıştay 4’üncü Dairesinin 11.4.1974 tarih ve E.1973/4688, K.1974/1473 sayılı kararı.
(Şükrü Kızılot, Vergi Uyuşmazlıklarıyla İlgili Danıştay Kararları ve Özelgeler, Sayfa 2639)
3. TEMİNAT KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ :
Teminat, borçlu veya üçüncü bir kişi tarafından borcun ödenmesinin temini veya ödenmemesi halinde alacaklının uğrayacağı zararın karşılanabilmesi için alacaklıya verilen garanti anlamındadır. Teminat aynî nitelikte olabileceği gibi şahsî kefalet niteliğinde de olabilir.
Menkul veya gayrimenkul bir malın, menkul rehni veya gayrimenkul ipoteği şeklinde alacaklıya teminat olarak gösterilmesine aynî teminat; kefalet suretiyle üçüncü bir kişinin asıl borçlunun borcunu ödeyeceğine dair alacaklıya teminat vermesine ise şahsî teminat denilmektedir (2).
6183 Sayılı Kanun’un 10’uncu ve 11’nci maddelerinde; para, banka teminat mektubu, hazine tahvil ve bonoları, esham ve tahvilat, menkul hacizleri, gayrimenkul ipotekleri ve şahsi kefalet teminat olarak sayılmaktadır. Bir alacağın teminatlı olup olmadığının tespiti yapılırken nelerin teminat sayılabileceği hususu, söz konusu madde hükümlerine göre değerlendirilmektedir.
4. TEMİNATLI ALACAKLAR :
VUK’nun 323’üncü maddesinde teminatlı alacaklarda şüpheli alacak karşılığının teminattan geri kalan miktara uygulanabileceği hükme bağlanmıştır.
Kanunda açıkça belirtildiği üzere, teminatlı alacakların sadece teminatsız kısımlarının şüpheli sayılması ve gider yazılması mümkündür.
Dipnotlarda belirttiğimiz Danıştay Kararlarına göre;
“Teminatlı alacakların tahsilinin şüpheli hale geldiği ileri sürülemeyeceğinden dolayı bu tür alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamaz” (3).
“Teminatlı alacaklarda, ipoteğin bilâhare iptaline hükmedilmiş olması ya da teminatın satışı sonucunda teminatla karşılanamayan bir borcun kalmış olması halinde, sadece teminatsız kalan kısmı zarar yazmak mümkündür” (4).
“Teminatlı alacaklarda, teminatın bir davaya konu edilmiş olması, alacağın şüpheli sayılmasını gerektirmez” (5).
“Yıl içinde dava ve icra yoluna başvurulması sebebiyle şüpheli alacak niteliğini kazanmakla beraber, son gün itibariyle bu niteliğini kaybetmiş, örneğin dâvadan vazgeçilerek yeni bir vadeye ve senede bağlanmış veya teminatlı hale gelmiş ya da tahsil edilmiş alacaklar için karşılık ayrılamaz” (6).
Alacağın kısmen teminat altına alındığı durumlarda, değerleme günü itibariyle teminatsız kalan kısım kesin olarak biliniyorsa, bu durumda teminatsız kısımla sınırlı olmak üzere karşılık ayrılabilir. Ancak uygulamada kimi durumlarda alacağın ne kadarının teminatlı ne kadarının teminatsız olduğunun tespiti çok güç olabilmektedir. Bu konuda Danıştay 4’üncü Dairesi; “değerleme gününde değerleme konusu alacaklardan ne kadarının teminatlı ne kadarının teminatsız olduğunun kesin olarak bilinememesi durumunda alacağın tamamının teminatlı sayılacağı gerekçesiyle karşılık ayrılamayacağı” yönünde karar vermiştir (7). Mükellefin kazancını fiktif olarak yükseltecek bu karara, belli noktalarda katılamadığımızı ifade etmek isteriz.
_________________________________
(2) Menkul rehni, gayrimenkul ipoteği ve şahsi kefalet gibi konular ayrı bir makale konusu oluşturduğundan
burada ayrıntıya girilmemiştir.
(3) Danıştay 4’üncü Dairesinin 17.01.1984 tarih ve E.1983/679, K.1984/204 sayılı kararı.
(4) Danıştay 13’üncü Dairesinin 26.11.1976 tarih ve E.975/1172, K.975/3591 sayılı kararı.
(5) Danıştay 3’üncü Dairesinin 17.10.1984 tarih ve E.1994/731, K.1994/3149 sayılı kararı.
(6) Danıştay 4’üncü Dairesinin 14.02.1973 tarih ve E.1970/3842, K.1973/584 sayılı kararı.
(7) Danıştay 4’üncü Dairesinin 29.12.1972 tarih ve E.1970/8143, K.1972/8342 sayılı kararı.
5. KEFALETE BAĞLI ALACAKLAR :
Şüpheli alacak uygulamasında şahsi kefaletin teminat sayılıp sayılmadığı hususu tartışmalıdır. Kefalete bağlı alacaklar, 6183 Sayılı Kanun’un 11’nci maddesinden esinlenilerek teminatlı alacak olarak kabul edilmektedir.
Başka bir ifade ile, VUK’nun şüpheli alacaklar için karşılık ayrılmasını öngören 323’ncü maddesinde yer alan “teminat” kavramı geniş anlamda yorumlanmakta, ayni teminat unsurlarının yanı sıra, şahsi teminat olarak nitelenen “kefalet” unsurunu da kapsadığı düşünülmektedir. Nitekim bu konuda Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonunun kararı mevcuttur (8).
Borçlar Kanunu’nun 483’üncü maddesinde düzenlenen “kefalet sözleşmeleri”(9), anılan Kanun’un 484’üncü maddesine göre “yazılı olmak” ve “belli borçtan kefilin mesul olması” şeklinde düzenlenmek durumundadır.
Yine Borçlar Kanunu’nun müteselsil kefaletle ilgili 487’nci maddesinin 1’nci fıkrasında “Kefil borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı ile veya bu gibi diğer bir sıfatla borcun ifasını deruhte etmiş ise, alacaklı asıl borçluya müracaat ve rehinleri nakte tahvil ettirmeden evvel kefil aleyhinde takibat icra edebilir” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, alacaklı tıpkı asıl borçlu gibi direkt olarak kefile müracaat edebilme hakkına sahip olmaktadır.
Söz konusu kanuni düzenlemeler doğrultusunda kefalete bağlı alacakların teminatlı olduğu, dolayısıyla prensip olarak bu tür alacaklar için karşılık ayrılamayacağı söylenebilir.
Burada temel sorun, kefaletli alacakların hangi aşamada teminatsız sayılacağı ve karşılık yolu ile ne zaman gider yazılacağının belirlenmesidir. Bu sorunun mevzuatımızda açık bir cevabı yoktur. Bizim görüşümüz, değerleme günü itibariyle vadesi dolan ve asıl borçlusundan tahsil edilemeyen alacakların, kefilden de tahsil edilememesi durumunda, her iki borçlu nezdinde dava veya icra takibinin başlatılması halinde söz konusu alacakların teminatsız sayılacağı ve karşılık yolu ile gider yazılabileceği yönündedir.
Bu konuda, kefalete bağlı alacakları kefil hakkındaki takibat sonuçsuz kalıncaya kadar teminatlı sayan görüşlere rastlanılmakla birlikte, bu görüşlere katılmamız mümkün değildir. Bu yaklaşım, alacağın değersiz hale gelmesi açısından kabul edilebilir fakat alacağın şüpheli sayılması yönünden geçerli olamaz. Çünkü asıl borçlunun mal varlığı ne olursa olsun, onun hakkında dava açılmış veya icra takibine başlanmış olması, alacağın şüpheli sayılmasına yettiğine göre, aynı anlayışın kefil hakkında da geçerli olması, yani alacak tahsilinde kefilden de direnç gelmişse, kefilin ödeme gücüne bakılmaksızın, kefil aleyhine alacak davası açılmak veya icra takibine başlanmak zorunda kalınmış olması, kefaletin teminat niteliğini ortadan kaldıran veya en azından şüpheye düşürdüğü için şüpheli alacak uygulamasına engel kalmamış olmalıdır.
(8) HUK Danışma Komisyonunun 1955 tarih ve 67 s.nolu kararı
(9) “Kefalet bir akitdir ki onunla bir kimse, borçlunun akdettiği borcun edasını temin etmeyi alacaklıya karşı taahhüt eder.”, (Borçlar Kanunu Madde 483)
Türk Ticaret Kanunu’nun 636’ncı maddesinde; “Bir poliçeyi keşide, kabul, ciro eden veya o poliçeye aval veren kimseler hamile karşı, müteselsil sıfatıyla borçludur. Hamil bunların borçlanmadaki sıraları ile bağlı olmaksızın her birine veya bunlardan bazılarına yahut hepsine birden müracaat edebilir” denilmektedir.
Bu hükme göre, senede bağlı bir alacağın (kıymetli evrak niteliğindeki senetler için) sadece keşideci nezdinde takip edilmiş ve netice alınamamış olması, alacağın şüpheli hale geldiğini göstermeyeceği, alacağın şüpheli hale gelmesi için cirantalara ve aval verenlere de müracaat edilmesi gerektiği görüşleri ortaya çıkmaktadır (10).
Burada özellik gösteren bir başka husus da adi ortaklıklardan olan alacaklardır. Bilindiği gibi adi ortaklığın borçlarından dolayı ortaklar şahsen ve müteselsilen sorumludurlar. Bu nedenle söz konusu ortaklıklardan olan alacakların teminatsız sayılabilmesi için, ortaklardan her biri hakkında takibat yapılması gerekir.
Kollektif, komandit şirket gibi şahıs şirketlerinden olan alacaklarda, şüpheli alacak karşılığı ayırabilmek için bize göre şirket tüzel kişiliği adına takip yapılması gerekli ve yeterlidir. Ancak bu konuda hem şirket tüzel kişiliği ve hem de ortaklar hakkında takip yapılması ve bütün bu takiplerin semeresiz kalması gerektiği yönünde de görüşler olmakla birlikte(11) bu görüşlere katılamadığımızı ifade etmek isteriz. Aksi taktirde anonim şirketlerden olan alacaklar için de yönetim kurulu üyelerinin takip edilmesi gerekeceği ileri sürülebilir. Söz konusu tüzel kişilerle ortakları arasında Borçlar Kanunu’nda tanımlanan mahiyette bir kefalet ilişkisinin olmadığı kanaatindeyiz.
6. HACİZ SURETİYLE TEMİNATA BAĞLANAN ALACAKLAR :
İcra İflas Kanunu’na göre, borcunu kendi rızası ile ödemeyen borçlu, alacaklının talebi üzerine icra takibi yada iflas takibi suretiyle devlet gücü marifetiyle borcunu ödemeye zorlanır. İcra hukuku kuralları bütün borçlular hakkında uygulanırken, iflas yalnızca tacirler için söz konusudur. Tacir dışındaki kimselerin iflas yolu ile takibi mümkün olmadığı için, icra hukukunun uygulama alanının, iflas hukukuna göre daha geniş olduğunu söyleyebiliriz.
İcra takibi; mahkeme kararına istinaden ilamlı yapılabileceği gibi, konusu “yalnızca para veya teminat alacakları için” mahkeme kararı olmaksızın ilamsız da olabilir. İlamsız icra takibinde alacaklının alacağının bir belgeye bağlı olması da şart değildir. Ancak ilamsız icra takiplerinde istenilen sonucun alınabilmesi için, icra dairesi tarafından borçluya gönderilen ödeme emrine, borçlunun ödeme süresi içerisinde (genellikle yedi gün) itiraz etmemiş olması gerekir. Borçlu ödeme emrine itiraz ederse alacaklı için mahkemede dava açmaktan başka çare bulunmamaktadır (İcra İflas Kanunu md.67).
Bilindiği gibi, kamu alacaklarının haciz yolu ile takibi bahsi geçen İcra İflas Kanunu’na göre değil, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre yapılmaktadır. Ancak söz konusu alacakların iflas yolu ile takibi özel alacaklarda olduğu gibi, İcra İflas Kanunu hükümlerine tabidir.
Bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönersek, borçlunun vadesinde borcunu ödememesi nedeniyle yapılan takip sonucu mallarına haciz konulması durumunda, söz konusu alacağın teminatlı sayılıp sayılmayacağı hususunda da farklı değerlendirmelerin olduğunu söyleyebiliriz.
_________________________
(10) Dr. Baki MERİÇ, ticari ve mali bilançolarda, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerde DEĞERLEME, sayfa 61.
(11) A.Murat Yıldız, Vergi Sorunları Dergisi, Sayı 88, “Şüpheli Alacaklar Karşılığı Ayrılmasında Uygulamada Ortaya Çıkan Sorunlar”, sayfa 96.
Danıştay 4’ncü dairesi, “haciz yoluyla teminat altına alınmış olan alacak için karşılık ayrılamayacağına” karar vermiştir (12).
Alacağın teminatı başlangıçta alınabileceği gibi, ileride haciz yoluyla veya borçlunun rızası ile de alınabilir. Başka bir anlatımla alacağın tahsil edilememesi halinde, alacağa çeşitli biçimlerde teminat sağlanabilir.
Alacağın tahsilinin şüpheli olup olmadığı değerleme günü itibariyle belirlenir. Dolayısıyla alacağın teminatlı olup olmadığına, vade tarihi itibariyle değil, değerleme günü (geçici vergi dönemi veya yıllık hesap dönemi sonu) itibariyle bakılmalıdır.
Bir alacağı şüpheli hale getiren unsur, alacağın tahsili için dava açılmış veya icra takibine geçilmiş bulunması ve davanın veya icra takibinin, değerleme gününde de devam ediyor olması, sonuçlanmamış olmasıdır. Bu görüşe göre, eğer değerleme günü itibariyle icra sonuçlanmış ise, hacizli mallar paraya çevrilmemiş dahi olsa karşılık ayrılamaz. (Ancak aksi yönde yargı kararlarının olduğunu da unutmamak gerekir).
Bu noktaya kadar genelde sorun çıkmamaktadır. Ancak, değerleme günü itibariyle şüpheli hale gelen ve karşılık yolu ile gider yazılan bir alacağın, izleyen dönemlerde icra takibinin sonuçlanması ve haciz uygulaması sonucu teminatlı hale gelmesi durumunda; daha önce karşılık yolu ile gider yazılmış tutarın bu defa gelir yazılması gerekecek midir? Bu sorunun şimdilik kesin ve net bir cevabı yoktur. Alacağın sonradan teminata bağlanmış olması daha önce ayrılan karşılığın iptal edilerek gelir yazılmasını gerektirmez yönünde yargı kararları olduğu gibi, tam aksi yönde de yargı kararları mevcuttur.
Nitekim Danıştay 4’ncü dairesinin bir kararında, “dava veya icraya intikal ettirilmesi sebebiyle şüpheli hale gelerek karşılık ayrılan bir alacağın daha sonra haciz yapılarak teminata bağlanmış olması, onun şüpheli alacaklar arasından çıkarılmasını ve evvelce ayrılan karşılığın kâr yazılmasını gerektirmez” denilmektedir (13).
Ancak Danıştay 4’ncü dairesinin başka bir kararında ise, “konkordato sebebiyle karşılık ayrılarak zarara atılan şüpheli alacakların, konkordato sonucu teminata bağlanmaları halinde, şüpheli alacaklardan çıkarılarak o yıl kârına ilâve edilmek suretiyle tashih edilmeleri gerektiği”(14) yönünde sonuca ulaşıldığını da belirtmek isteriz.
Bize göre, değerleme gününden sonra şüpheli alacağın bir şekilde teminata bağlanmış olması, daha önce karşılık yolu ile gider yazılan tutarın bu defa gelir yazılmasını gerektirmemelidir. Söz konusu alacak tahsilata paralel gelir yazılmalıdır. Çünkü bu gibi durumlarda haczedilen malların paraya çevrilebilme kabiliyetinin olup olmadığı, çevrilebilirse alacağın tamamını karşılayıp karşılayamayacağı belirsizdir. Halen bir ölçüde şüphelilik vasfı devam eden bu tip alacakların gelir beyan edilmesi, elde edilmesi muhtemel kazançlar üzerinden peşinen vergi alınması suretiyle mükellefin cezalandırılması anlamına gelecektir.
_________________________
(12) Danıştay 4’üncü Dairesinin 17.01.1984 tarih ve E.1983/679 ve K.1984/204 sayılı kararı.
(13) “İcraya verilen alacaklar, haciz vâzı suretiyle teminata bağlansalar da şüpheli alacak sayılarak karşılık ayrılmak suretiyle zarar yazılabilirler”.
Danıştay 4’üncü Dairesinin 27.11.1969 tarih ve E.1969/1929 ve K.1969/5460 sayılı kararı.
“İcraya başvurulduğu cihetle ilgili yılda karşılık ayrılarak zarar yazılan şüpheli alacağın ertesi yıl konkordatoya (dolayısıyla da teminata) bağlanması şüphelilik durumunu etkilemez ve o yıl kârına eklenmesini gerektirmez.”
Danıştay 4’üncü Dairesinin 25.03.1975 tarih ve E.1974/582 ve K.1975/1114 sayılı kararı.
(14) “İflas nedeniyle şüpheli hale gelen alacağın bilâhare konkordato yapılarak teminata bağlanan % 60’lık kısmı şüphelilik vasfını kaybedeceğinden, bu miktarın dönem kazancına eklenmesi gerekir.”
Danıştay 4’üncü Dairesinin 05.11.1975 tarih ve E.1975/1381 ve K.1975/2818 sayılı kararı.
Bu konuda son olarak Danıştay 3’ncü dairesice verilen ve mükellef lehine farklılığıyla dikkat çeken bir karara da işaret etmek isteriz. Buna göre; “Borçlunun mallarına haciz veya ihtiyati haciz konması, alacağı teminatlı kılmaz. Alacak için karşılık ayrılmasını engellemez.” denilmektedir. Söz konusu karara gerekçe olarak; yapılan haczin tüm alacağı karşılayıp karşılamayacağının, hacizlerin ne zaman paraya çevrileceğinin bilinmemesi, ayrıca alacağın İcra İflas Kanunu’na göre gerçek anlamda teminata bağlanmış olabilmesi için gayrimenkul üzerine ipotek konulmuş olması ya da alacağın banka teminat mektubu veya devlet tahviline bağlanmış olması gerektiği gösterilmiştir (15).
7. KAMU İDARE VE MÜESSESELERİNDEN OLAN ALACAKLAR :
Kamu İdaresinden olan alacaklarda bu alacağın teminatlı olup olmadığı hususu da tartışmalıdır.
Bu tür alacaklarla ilgili, akademik düzeyde farklı değerlendirmeler olmakla birlikte bizim de katıldığımız görüş; “İdarenin kendisinin bir teminat sayılması ve bu nedenle herhangi bir şüphe halinin bulunmaması, dolayısıyla karşılık ayrılamayacağı düşünülebilirse de; VUK’nun 323’ncü maddesinde kastedilen teminatın bu manada bir teminat olmadığı, aksine alacağın maddi ve müşahhas bir karşılığını ifade ettiği ve kamu idarelerinden ise böyle bir teminat istenemeyeceği cihetle bu kabil borçları sebebiyle kamu idareleri için değişik bir tatbikat yolu aramak uygun olmaz”(16) şeklindedir.
Bize göre, VUK’nun hükümlerine uygun olarak şüpheli hale gelen ve karşılık ayrılmasına karar verilen bir alacağın kamudan olmasının bir önemi yoktur. Vadesinin rastladığı hesap döneminde tahsil edilemiyor olması yeterli olup, diğer kanuni hükümlere uymak koşuluyla kamudan olan alacaklar için de karşılık ayrılabilmelidir.
İdarenin borcunu nasıl olsa ödeyeceği gerekçesiyle, Devletten olan bütün alacakları teminatlı saymak doğru değildir. Bir alacağın teminatlı olması; alacağın vadesinde ödenmemesi halinde, teminatın takibi suretiyle alacağın tahsili yoluna gidilebilmesi anlamına gelir. Ödenmeyen kamu alacaklarında böyle bir teminat yoksa ve şüpheli alacak karşılığı için diğer kanunî şartlar da mevcutsa, söz konusu alacağın karşılık yolu ile giderleştirilmesinde bize göre bir sakınca yoktur.
Nitekim Danıştay 3’ncü Dairesinin “Devlete bağlı iktisadî kamu müesseselerinden olan alacak için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilir” yönündeki kararı bizce de çok isabetlidir(15).
_________________________
(15) Danıştay 3’üncü Dairesinin 22.05.1990 tarih ve E.1989/4580 ve K.1990/1491 sayılı kararı.
(16) Danıştay 3’üncü Dairesinin 7.5.1997 tarih ve E.1995/3262, K.1997/1717 sayılı kararı.
Yılmaz ÖZBALCI, Vergi Usul Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Sayfa: 788
8. TEMİNATIN DEĞERLENMESİ :
Yukarıda da belirtildiği üzere, VUK’nun 323’üncü maddesinde teminatlı alacaklarda şüpheli alacak karşılığının teminattan geri kalan miktara uygulanabileceği hükme bağlanmıştır.
Teminatsız kalan kısmın belirlenebilmesi amacıyla, söz konusu teminatın değerleme günü itibariyle değerinin tespiti bazen problem olabilmektedir. Bu konuda yukarıdaki “Teminatlı Alacaklar” bölümünde belirtildiği üzere, Danıştay’ın görüşü; “değerleme gününde değerleme konusu alacaklardan ne kadarının teminatlı ne kadarının teminatsız olduğunun kesin olarak bilinememesi durumunda alacağın tamamının teminatlı sayılacağı” yönündedir.
Teminat olarak alınan para, banka teminat mektubu, gayrimenkul ipotekleri gibi teminat unsurlarının değerlemesinde genel olarak problem çıkmamakta, bir başka ifade ile söz konusu teminatlar nominal değerleri üzerinden dikkate alınmaktadır.
Ancak hisse senedi, hazine tahvil ve bonoları, esham ve tahvilat gibi menkul değerler ile demirbaş eşya gibi menkul mallar teminat olarak alınmış ise, değerleme günü itibariyle söz konusu teminat unsurlarının değerlemesinin yapılması ve bu değerleme sonucunda, eğer teminatsız kalan kısım varsa ve diğer şartlar da sağlanıyor ise, teminatsız kısım ile sınırlı olarak karşılık ayrılması gerekecektir.
İşte bu konuda değerlemenin hangi ölçüye göre yapılacağı, söz konusu menkul kıymetlerin şahsi mülkiyet veya kurum bünyesinde olup olmamasının değerlemeye etkisi gibi konularda mevzuatımızda açık ve net bir hüküm bulunmamaktadır. Bize göre bu gibi durumlarda söz konusu teminat unsurlarının VUK’nda yer alan servetlerin değerlendirilmesine ilişkin hükümlere göre değerlenmesi uygun olacaktır.
9. SONUÇ :
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, şüpheli alacak karşılığı uygulamasında teminat kavramı, bir çok yönden soru işaretleri taşıyan tartışmalı konulardan biridir.
Bu tartışmaların tamamen ortadan kaldırılması ve şüpheli alacak karşılığı uygulamasındaki tereddütlerin giderilebilmesi için, VUK’nun 323’ncü maddesinin konuya açıklık getirecek şekilde yeniden düzenlenmesine, teminat kavramının ve teminatların nasıl değerlendirileceğinin net olarak açıklanmasına ihtiyaç vardır.