TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI UYGULANAN VERGİ POLİTİKALARI ve GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ I
I- GİRİŞ
Türkiye’de 1980 sonrasında, liberal ekonomi politikalarından ve küreselleşmeden etkilenerek iç ve dış dinamiklerin de etkisiyle radikal bir dönüşüm başlatılmıştır. 1980’den günümüze uzanan dönem, liberal ekonominin kurallarının hayata geçirildiği, ihraç yönlü kalkınma politikasının kısmen başarılı olduğu ve ülkenin dışa açıldığı bir dönem olmuştur. (Öner, 2001:524) 1980 sonrasında, vergi kanunlarında ve ekonomi politikalarında geniş ölçekli yenileştirmelere ve değişikliklere gidilmiştir. 1980 sonrası ekonomi politikası, esas itibariyle, 24 Ocak kararları olarak anılan bir dizi istikrar tedbirleri ile şekillenmiştir. Başlangıçta bir istikrar tedbiri olarak nitelenmiş olan bu kararlar, daha sonra bir ekonomik program niteliği kazanmıştır.
Bu dönemde vergi politikası, geniş tüketici kesimin satın alma gücünü kısarak iç talebi daraltmak ve iç üretim maliyetlerini düşürerek ihraç mallarına dış piyasalarda rekabet avantajı sağlamaya yönelik olarak ayarlanmıştır. (Oyan, 1992: 112) İç pazarın daraltılması yoluyla gelirleri geriletilen geniş tüketici kesim aleyhine olan bu politikada kullanılan temel araçlar, KİT ürünlerine zam yapılması, tarım ürünlerine düşük fiyat verilmesi ve ücret artışlarının baskı altında tutulmasıdır. Ayrıca sürekli yapılan devalüasyonlarla ithalat pahalılaşırken, ithal edilen tüketim ve ara mallarının da iç fiyatları da arttırması nedeniyle, iç talebin kısılmasının yanı sıra enflasyon da artmıştır. 1980 sonrası dönemde yüksek enflasyon kronik bir hal almıştır.
24 Ocak 1980 istikrar programı çerçevesinde izlenen politikalarla yabancı sermayenin, yatırımların ve ihracatın özendirilmesine yönelinmiştir. Bu amaçla şirketleşmeyi, sermaye piyasasını geliştirmeyi amaçlayan hükümler getirilmiştir. Anılan tüm değişiklikler ve yeni düzenlemeler izlenen iktisadi politika çerçevesinde ortaya çıkan gelir dağılımına koşut ve onun üzerine etkili yeni bir vergi yükü dağılımına yol açmıştır. (Öncel, Kumrulu, Çağan, 1993:238)
Demokrasiye geçilen 1984 ve sonraki dönemde vergi gelirleri azaltılmış ve kamu harcamaları borçlanma ile karşılanmaya başlamıştır. Devletin iç borçlanmaya ağırlık vermesi neticesinde devlet tahvili, hazine bonosu vb. kamu menkul kıymet ihraçları hızla artmış, iç borçlanma tahvillerine ödenen faizler, reel faiz düzeyini de artırmıştır. Bu durum, ekonomiyi daraltıcı, işsizliği artırıcı, gelirleri düşürücü etkisiyle ücretli kesimi olumsuz yönde etkilemiştir. Öte yandan devlet tahvili ve hazine bonosu biçimindeki borçlanmalara verilen yüksek faizin cazibesi, bankaları ve sanayi şirketlerini devlete borç verip onun faiziyle tasarrufu sürdürme yoluna götürmüştür. Özellikle devlet tahvili alımlarına sağlanan vergi bağışıklığı gibi teşvikler, üretken sermayedarların da rantiyeye dönüşmesine yol açmıştır.
Geniş kitlelerin enflasyon nedeniyle reel gelirlerinin geriletildiği bir ortamda, reel gelir getiren yüksek faiz politikası gelir dağılımını yüksek gelirli kesim lehine değiştirmiş, gelir dağılımında adaletsizliği artırıcı etkiler yaratmıştır. Örneğin, Türkiye’de 1994 yılına gelindiğinde, bütçe harcamaları içinde finans kesiminin payı en yüksek orana sahip olmaya başlamıştır. Bu nedenle krizden sonra personel harcamalarında önemli bir azaltılmaya gidilmiştir. Bir başka deyişle, sabit gelirlilerden rantiyelere doğru ciddi bir transfer yaşanmıştır. (Kepenek, Yentürk, 2000:219)
1980 sonrasında özel sektörün yatırımlarının artması amacıyla sermaye kesiminin vergi yükü azaltılmaya va tasarrufları artırılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla uygulanan politikalar;
- Tasarruf eğiliminin yüksek olduğu varsayılan büyük sermaye kesiminin vergi yükünü azaltmak ve vergi yükünün azalması sonucunda tasarrufların artırılması ve maliyetlerin düşürülmesi: Bu politika ile yatırımların özel kesim aracılığıyla yapılması için, bu kesime gerekli fırsat verilmiş olacaktı. Ayrıca düşük vergi oranlarının vergiden kaçınma ve vergi kaçırmanın cazibesini azaltacağı düşünülmüştür.
- Nereden buldun yasasının işlevsiz kılınması ve servet beyanının kaldırılması: Bu politika ile kara paranın beyan edilerek açık dolaşıma girmesi ve ülke dışındaki bu tür fonların geriye döndürülmesi veya sermaye çıkışının frenlenmesi amaçlanmıştır. Böylece gerek vergi oranlarının düşürülmesi gerekse kayıtdışı paranın Türkiye’ye getirilmesi yoluyla vergi hasılatının azalmaması, tersine artması ve böylece en azından kamu açıklarının daraltılması beklenmiştir.
Bu politikalar uygulanırken bazı eksik yönler göz ardı edilmiştir. Öncelikle gelişmemiş bir ülke olarak Türkiye’de yapısal olarak ağır vergi yükünün zaten mevcut değildir. Ayrıca sermaye kesimi her zaman vergiden kaçınma yolları bulması nedeniyle vergi indirimlerine karşı duyarlı değildir. Türkiye’de 1980 sonrasında dolaysız vergiler azaltılmış, kamu harcamaları daha çok borçlanmayla ve dolaylı vergilerle finanse edilmeye başlanmıştır.
Türkiye’de 1980 sonrasında hükümetler herhangi bir faiz ödeme gereği yaratmayan vergi gelirlerini azaltacak politikaları gündeme getirirken, bu politikalar sonucunda ödemeleri gereken vergileri azalan kesimlere Devlet tarafından ayrıca yüksek faiz ödemeleri yapılmıştır. (Kazgan, 1990:11) Bu durum gelir dağılımını üst gelir grupları lehine bozmuştur.
1980 sonrası dönemde vergi politikaları içerisinde belki de en önemli yenilik, 1985 yılında Katma Değer Vergisi’nin uygulamaya konulmasıdır. 1984 yılında kanunlaşıp 1985 yılı başından itibaren uygulanmaya başlayan Katma Değer Vergisi, Cumhuriyet döneminde harcamaların vergilendirilmesiyle ilgili olmak üzere gerçekleştirilen en önemli vergi reformlarından birisidir. (Öncel, Kumrulu, Çağan, 1993:233) Muhtelif vergiler Katma Değer Vergisi kapsamına alınmış, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi hariç olmak üzere gider vergileri, işletme vergisi, spor-toto vergisi, istihlak vergisi yürürlükten kaldırılmıştır. Katma Değer Vergisi ile birlikte ekonomide belge düzeninde gelişme sağlanmış ayrıca KDV hükümet için tahsilatı kolay ve yüksek tutarda vergi alınmasını sağlayan bir araç haline gelmiştir. KDV’nin getirilmesi hükümetin dolaysız vergilerden dolaylı vergilere geçmek istediğinin en büyük göstergesidir.
1980 sonrasında dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payını azaltan ve dolaylı vergilerin payını artıran vergi sistemi değişiklikleri, en önemli politika değişikliklerinden birisi olmuştur. 1985 yılından sonra Katma Değer Vergisinin uygulamaya girmesiyle dolaylı vergilerin dolaysız vergilere oranla toplam vergi gelirleri içerisindeki payı giderek artmıştır. Dolaylı vergilerde yapılan bütün artışlar, bütçeye gelir getirmiş ancak bunun bedelini vergi yükü giderek artan alt gelir grupları ödemiştir.
1980’li yıllardan itibaren gelir vergisi üniter ve gerçek tutarlara dayalı olmaktan uzaklaşmış, genelde kaynakta kesinti (stopaj) sistemine dayanır hale gelmiştir. Stopaj sistemi çok yaygın hale gelmiştir. Ücretler için, tarımsal ürünlerin teslimi için, menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarının vergilendirilmesinde kısmen veya verginin tümü için kullanılan stopaj sistemi, uygulamada ve vergi idaresinde belirli bir rahatlık getirmekle beraber, beyanname sisteminin artık dışlandığını da göstermiştir. (Şenatalar ve diğerleri, 1990:72) Vergi sistemi giderek beyan esasından ve vergi matrahının gerçek geliri kavramasından uzaklaşmıştır.
Bu dönemde uygulanan vergi politikalarının araçları özetle aşağıdaki gibidir:
- Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Katma Değer Vergisinde yeni istisna ve muafiyetlerin ihdas edilmesi,
- Gelir vergisinde uygulanan istisna ve muafiyetler nedeniyle Üniter Yapının bozulması ve giderek Sedüler yapıya benzemesi,
- Servet beyanı ve gider esasının terkedilmesi,
- Sık sık vergi afları çıkarılması,
- Yurt dışında bulunan paraların yurt içine getirilmesi ve kara paranın aklanmasının özendirilmesi,
- Kaynakta kesinti yoluyla vergilendirme rejiminin yaygınlaştırılması nedeniyle işletmelerin vergi sorumlusu haline getirilmeleri ve bunun sonucunda vergi fonlarına daha fazla hakim olmaları,
- KDV’nin sisteme girişi; dolaylı vergilerin yükünün artışı ve yeniden dağılımı,
- Tarımsal kesimde yer alan üreticilerin stopaj yoluyla vergilendirilmelerinin yaygınlaştırılması,
- Gelir vergisi tarifesinde yer alan başlangıç dilimine uygulanan vergi oranının % 40’dan %20’ye indirilmesi,
- Beyannamelilerinin büyük bölümünün gelir vergisi tarifesi birinci basamağında tutulacak şekilde geniş başlangıç dilimleri uygulanması,
- Götürü vergi hadlerinin yükseltilmesi,
· Vergi İadesi Hakkında Kanunun ve KDV kanunu’nun yürürlüğe konularak belge düzeninin daha sağlıklı işlemesinin sağlanması,
· Gelir vergisinde hayat standardı müessesesi uygulanması.
Sonuç olarak, 1980 sonrası dönemde yeni ekonomik duruma intibak için vergi politikalarında değişiklikler yapılmıştır. Bu politikaların yerine getirilmesi için de peşin/geçici vergi, hayat standardı esası, fon uygulamalarının artırılması, stopajın yaygınlaştırılması, gelir vergisi tarifelerinin düşürülmesi vb. araçlardan yararlanılmıştır. Ancak zaman içinde ya bu araçlardan vazgeçilmiş ya da araçlar büyük değişiklikler geçirerek işlevlerini kaybetmiştir. Bu aslında hükümetlerin uygulamak istedikleri vergi politikaları için yanlış araçlar seçtiklerini ve uygulamaya çalıştıkları politikalarda başarısız olduklarını göstermektedir.
II-GELİR, SERVET ve HARCAMA VERGİLERİNİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
A. Gelir Üzerinden Alınan Vergiler ve Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
1. Gelir Vergisi ve Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
Türkiye’de gelir vergisi, uygulamaya konulduğu 1950 yılından günümüze kadar, vergi sisteminin temel öğesi olmuştur. (İl, 1988:87) Sosyal adaleti gerçekleştirmede kullanılabilecek en uygun vergi sistemi olarak gelir vergisi görülmektedir. Gelir vergisi modern vergi teorisyenlerinin geliştirdiği bir sistem olup, mükelleflerin toplam ödeme gücü üzerinden artan oranlı tarifeye göre alınan ve vergi adaletini en iyi gerçekleştiren vergidir. (Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti, 1971:79) Gelir dağılımını denkleştirici etki yönünden önemli unsurlar taşıyan gelir vergisinin GSMH, vergi gelirleri ve gelirden alınan vergiler içindeki payını gösteren Tablo-1 incelenerek Türkiye’de gelir vergisinin gelir dağılımı üzerindeki etkisi ele alınacaktır.
TABLO-1: Gelir Vergisinin GSMH-Vergi Gelirleri-Gelirden Alınan Vergiler İçindeki Payı (%) (Milyar TL)
Yıllar
|
GSMH (*)
|
Vergi Gelirleri (**)
|
Gelirden Alınan Vergiler
|
Gelir Vergisi
|
Gelir Ver./ GSMH
|
Gelir Ver./Vergi Gelirleri
|
Gelir Ver. /Gelirden alınan V.
|
1980
|
4.435.1
|
749.8
|
463.8
|
388.1
|
8.8
|
51.8
|
83.7
|
1985
|
27.796.8
|
3.178.1
|
1.796.0
|
1.323.7
|
4.8
|
41.7
|
73.7
|
1990
|
287.254.2
|
45.399.5
|
23.245.9
|
18.609.0
|
6.5
|
41.0
|
80.1
|
1991
|
453.206.5
|
78.642.8
|
40.418.5
|
33.355.3
|
7.4
|
42.4
|
82.5
|
1992
|
779.462.2
|
141.602.1
|
70.133.7
|
60.056.1
|
7.7
|
42.4
|
85.6
|
1993
|
1.997.322.6
|
264.272.9
|
125.792.9
|
106.661.1
|
5.3
|
40.4
|
84.8
|
1994
|
3.887.902.9
|
587.760.2
|
246.579.5
|
181.884.0
|
4.7
|
30.9
|
73.8
|
1995
|
7.854.887.0
|
1.085.415.0
|
435.865.0
|
329.690.0
|
4.2
|
30.4
|
75.6
|
1996
|
14.978.067.0
|
2.244.094.0
|
864.934.0
|
675.604.0
|
4.5
|
30.1
|
78.1
|
1997
|
29.393.262.0
|
4.745.484.0
|
1.896.483.0
|
1.500.245.0
|
5.1
|
31.6
|
79.1
|
1998
|
53.012.781.0
|
9.228.596.0
|
4.230.135.0
|
3.481.752.0
|
6.6
|
37.7
|
82.3
|
1999
|
78.282.967.0
|
14.802.280.0
|
6.537.403.0
|
4.936.551.0
|
6.3
|
33.3
|
75.5
|
2000
|
125.596.129.0
|
26.503.698.0
|
10.503.316.0
|
6.212.977.0
|
4.9
|
23.4
|
59.1
|
2001
|
176.483.953.0
|
39.735.928.0
|
15.647.635.0
|
11.579.424.0
|
6.5
|
29.1
|
74.0
|
2002
|
273.463.168.0
|
59.631.868.0
|
19.343.160.0
|
13.717.660.0
|
5.0
|
23.0
|
70.9
|
2003
|
356.680.888.0
|
84.316.169.0
|
25.709.106.0
|
17.063.761.0
|
4.7
|
20.2
|
66.4
|
Kaynak: 2004 Vergi İstatistikleri Yıllığı, Yıllık Ekonomik Raporlar, Bütçe Gerekçeleri
(*) Cari fiyatlarla (EDV (Ekonomik Denge Vergisi), NAV. (Net Aktif Vergisi) ve EMTV (Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi) Dahil)
(**) Yalnız Genel Bütçe Vergi Gelirlerini Kapsamaktadır.
Gelir vergisinin 1980 yılından 1985 yılına gelirken, GSMH içindeki payının ciddi biçimde azaldığı, gelirden alınan vergiler ile vergi gelirleri içindeki payının da azalmakla birlikte, bu azalmanın çok fazla oranlarda olmadığı görülmektedir. Vergi gelirleri içindeki payı, 1980 yılında %51,8 iken, 1980’li yılların ikinci yarısında %40 civarında seyretmiştir. 1985 yılından sonra Katma Değer Vergisinin sisteme dahil edilmesiyle vergi gelirleri içindeki payı düşen gelir vergisi, 1990 yılından sonra tekrar artmakla beraber 1995 yılında %30,4’e kadar gerilemiştir. Bu dönemde gelirden alınan vergiler içindeki payı ise %70-80 arasındadır. 1995-2000 aralığında gelir vergisinin vergi gelirleri içindeki payı artış göstermesine rağmen, 2000 yılından itibaren yaşanan ekonomik krizler nedeniyle düşüşe geçmiştir.
1980 yılında gelir vergisinin GSMH içindeki payı %8,8 olup, bu yıldan itibaren genel olarak düşme eğilimi içine girmiş ve 2003 yılında %4,7’ye kadar düşmüştür. Gelir vergisinin vergi gelirleri içerisindeki payı 1980 yılında %51,8 iken 2003 yılında %20,2’ye kadar düşmüş, gelirden alınan vergiler içindeki payı ise 1980 yılında %83,7 iken 2003 yılında %66,4 olmuştur. Türkiye’de 1980 sonrası izlenen vergi politikalarında dolaysız vergilerin azaltılması öngörülmüş ve bu konuda başarıya ulaşılmıştır.
1980’li yıllardan günümüze değin göze çarpan nokta, gelir vergisinin GSMH ve vergi gelirleri içindeki payının sürekli olarak düşüşüdür. GSMH içindeki düşüşün nedeni, ya milli gelirde yaşanan artışların gelir vergisi mükelleflerine yansıtılmaması ve bu yüzden gelir vergisi tahsilatının GSMH’yı yakalayamaması ya da gelir vergisi oranları aşırı derecede arttırıldığı halde gelirin yoğunlaşmasından dolayı GSMH’yı izleyememesidir. (Çetinkaya, 1997:199) Gelir vergisi içindeki yoğunlaşmanın (yüksek vergi oranlarına tabi olmak istemeyen mükelleflerden dolayı gelirin alt vergi dilimlerinde yığılması) en çok bilineni, milli gelirdeki faktör paylarından, oransal olarak daha fazla vergi ödeyen ücretliler üzerindeki yoğunlaşmadır. Yoğunlaşma, aynı tür gelir elde eden grubun bir kısmının vergilendirilmesi, bir kısmının ise vergi dışı kalmasıdır. Bu durum yatay ve dikey vergi adaletini bozmaktadır.
Vergi sistemimizdeki tüm vergilerde belli oranlarda yoğunlaşma gözlenmektedir. Bunun anlamı ise vergilemenin toplumun alt ve orta gelirli dar bir kesiminde cereyan etmesi ve diğer kesimlerin giderek vergi dışı kalmasıdır. (Gevgilili, 1978:107)
1980 sonrasında benimsenen politika genel olarak, gelir vergisi yükünün azaltılmasını hedeflemiştir. Bu amaçla gerek indirim, istisna ve muaflıklarda, gerek tarife dilimlerinde bir çok ayarlamaya gidilmiştir. 1981-85 döneminde dilimler aynı tutulurken oranlar aşağı çekilmiş, 1986 yılından başlayarak oranlar aynı tutulurken dilimler genişletilmiştir. 1980’lerden sonra ülkemizde yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle, bu dönemde gelir vergisi tarifesi dilimlerinin enflasyon oranının çok altında genişletilmesi sonucu gelir vergisi yükü çok hızlı bir şekilde alt gelir gruplarının üzerinde kalmıştır.
Gelir vergisinin gelir dağılımını düzeltici etkisi, bu verginin artan oranlı olmasından kaynaklanmaktadır. Alt gelir gruplarında daha az, üst gelir gruplarında daha çok vergi ödenmesi anlamına gelen artan oranlılık gelir dağılımını olumlu yönde etkileyecektir. Ancak ülkemizde enflasyon nedeniyle gelir vergisi tarifesinde yer alan dilimler anlamını yitirmiştir. Zira ülkemizde 1980 sonrasında kronik hale gelen yüksek enflasyon 2004 yılına değin %10’un altına düşürülememiştir.
Gelir vergisi dilimleri her yılın başında belirlenmektedir. Ancak beyan usulünde vergiler bir sonraki yıl ödenmektedir. Yıl boyunca yükselen enflasyon nedeniyle gelir vergisi tarifesindeki tutarlar anlamını yitirmektedir. Bu durumda gelir vergisinin artan oranlı tarifeleri işlevlerini yerine getirmemektedirler. Dilimler her yıl belirlendiğinden gelir vergisini bir sonraki yıl beyan edenler, vergilemeden daha az etkilenirken, gelir vergileri stopaj yoluyla kaynağında kesilenler vergilemeden daha çok etkilenmektedirler.
Ülkemizde 1980 sonrası dönemde gerçek usulde bir gelir vergisi uygulaması yapılamamıştır. Bu dönemde büyük sermaye lehine çok sayıda istisna ve muafiyet getirilmiş, küçük sermaye için götürü usul ve hayat standardı esası getirilmiştir. Götürü usul ve Hayat Standardı Esası çeşitli kriterler gözönüne alınarak mükelleflerin belli bir maktu tutarda vergi ödemelerini öngörmüştür. Ancak bu uygulamalar neticesinde büyük sermaye grupları az vergi öderken, küçük girişimciler mali güçlerinin çok üzerinde vergi ödemiştir. Böylece girişimciler için gelir vergisi, artan oranlı olmaktan ziyade tersine artan oranlı bir vergi haline gelmiştir. Vergi sistemimize giren Hayat Standardı Esası mali açıdan kamu gelirlerini artıracağı gibi, talebi kısma açısından da etkili olmuş ve enflasyonla mücadelede bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak Hayat Standardı Esası da 4369 sayılı kanunla yapılan değişiklikle 1998 yılında uygulamadan kaldırılmıştır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 85. maddesinde “ …Bu kanuna göre beyanı gereken gelirlerin yıllık beyannamede toplanması zorunludur.” hükmü ile üniter vergi sistemi kabul edilmiştir. 1956 yılından 1986 yılına kadar yıllık beyannamede gelirin beyan edilmesi ve vergilendirilmesi esası uygulanmış, 1986 yılında Gelir Vergisi Kanunu’nun 75. maddesinde menkul sermaye iratları için beyanname verilmeyeceği düzenlenmiş ve daha sonra 4369 sayılı kanunla birlikte menkul sermaye iratlarında ihtiyari toplama kaldırılarak bu gelirlerin tamamı beyan dışı bırakılmış ve üniter yapı bozulmuştur.
Bu şekilde gelir vergisinin önemli gelir unsurlarından olan menkul sermaye iratlarının Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesi gereği stopaj ile vergilendirmesi yoluna gidilmiştir. Bu madde kapsamında özellikle kamu borçlanma kaynaklarından elde edilen faiz gelirleri için vergi oranının sıfır olarak belirlenmesi nedeniyle bu gelirler vergi dışı bırakılmış, diğer menkul sermaye iratları ise %10-15 arasında stopaj usulü ile vergilendirilmiş ve bu nihai vergi sayılmıştır. Menkul sermaye iratlarına uygulanan vergi oranı düşük olup, bu gelirler üzerinden toplanan vergiler çok yetersizdir. Bu şekilde yapılan vergilendirme bu tip yatırımları özendirmekte, reel ekonomiye yatırım yerine spekülatif yatırımlara ilginin artmasına neden olmaktadır. Menkul sermaye iratlarının ve sermaye gelirlerinin vergilendirilmesi, vergilemede adaletin sağlanması ve gelir dağılımında adaletsizliklerin düşük gelir grupları lehine giderilmesi açısından önemli bir vergi politikasıdır.
Bir yandan vergi sisteminde otokontrol sağlayan servet beyanının kaldırılması, bir yandan hazine bonosu ve devlet tahvillerinin gelir vergisinden muaf tutulması, bir yandan da şirketlerden alınan kar gelirlerinin vergiye tabi tutulmaması, sermaye gelirleri üzerindeki gelir vergisini ortadan kaldırmıştır. (Kazgan, 1990:12) Sermaye gelirlerine tanınan bu ayrıcalıklar, 1980 sonrası dönemde gelir bölüşümünün daha adaletsiz hale gelmesine yol açmıştır.
Türkiye’de gelir vergisi, bu yapısıyla gelir dağılımını düzeltici yönde değil, özellikle 1980 yılından bu yana bakıldığında bozucu yönde işlev görmektedir. (Şenesen, 2001:4) Gelir vergisinin gelir dağılımı üzerine etkisi incelenirken, gelir dağılımında alt-orta gelir gruplarını oluşturan ücretli kesimin vergilendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle ücretli kesim üzerinden alınan gelir vergisi ve gelir dağılımı üzerine etkisi ayrı bir başlık altında aşağıda ele alınmıştır.
TABLO- 2: Gelir Vergisinin Toplam Vergi Gelirleri İçindeki Payı (1980-2002)
ÜLKELER
|
1980
|
1985
|
1990
|
1995
|
2000
|
2001
|
2002
|
Kanada
|
34,1
|
35,2
|
40,8
|
37,5
|
36,8
|
37,6
|
35,0
|
ABD
|
39,1
|
37,8
|
37,1
|
35,8
|
41,9
|
42,3
|
37,7
|
Avustralya
|
44,0
|
45,2
|
43,0
|
40,6
|
36,2
|
39,7
|
38,5
|
Japonya
|
24,3
|
24,7
|
26,8
|
21,4
|
20,6
|
20,1
|
18,4
|
Kore
|
11,5
|
13,4
|
18,5
|
19,2
|
14,6
|
14,1
|
12,8
|
Yeni Zelanda
|
61,6
|
59,8
|
46,2
|
44,2
|
42,8
|
42,9
|
42,3
|
Avusturya
|
23,2
|
22,9
|
21,0
|
20,9
|
22,3
|
22,8
|
22,8
|
Belçika
|
36,4
|
35,6
|
31,8
|
32,5
|
31,2
|
32,0
|
31,7
|
Çek Cum.
|
-
|
-
|
-
|
12,8
|
12,9
|
12,7
|
12,8
|
Danimarka
|
52,0
|
50,5
|
52,7
|
54,1
|
52,6
|
52,8
|
53,2
|
Finlandiya
|
35,8
|
37,4
|
34,7
|
31,1
|
30,6
|
31,5
|
31,2
|
Fransa
|
11,6
|
11,5
|
10,7
|
11,3
|
17,9
|
17,6
|
17,3
|
Almanya
|
29,6
|
28,7
|
27,6
|
27,5
|
25,3
|
27,1
|
25,1
|
Yunanistan
|
14,9
|
13,9
|
14,1
|
12,0
|
14,7
|
13,8
|
14,0
|
Macaristan
|
-
|
-
|
-
|
16,1
|
18,6
|
19,6
|
20,3
|
İzlanda
|
23,1
|
19,5
|
26,5
|
31,1
|
34,5
|
37,7
|
38,6
|
İrlanda
|
32,0
|
31,3
|
31,9
|
30,7
|
29,9
|
29,5
|
26,2
|
İtalya
|
23,1
|
26,7
|
26,3
|
26,0
|
24,9
|
25,6
|
25,5
|
Lüksemburg
|
27,0
|
25,5
|
23,5
|
21,7
|
18,4
|
17,8
|
16,2
|
Hollanda
|
26,3
|
19,4
|
24,7
|
18,9
|
15,1
|
16,2
|
18,3
|
Norveç
|
28,4
|
22,5
|
26,2
|
25,9
|
23,9
|
24,2
|
24,8
|
Polonya
|
-
|
-
|
-
|
22,9
|
23,0
|
23,6
|
22,9
|
Portekiz
|
-
|
-
|
15,9
|
17,5
|
16,5
|
16,8
|
-
|
Slovak Cum.
|
-
|
-
|
-
|
-
|
10,0
|
10,8
|
10,2
|
İspanya
|
20,4
|
19,7
|
21,7
|
23,6
|
18,7
|
19,7
|
19,4
|
İsveç
|
41,0
|
38,7
|
38,5
|
33,5
|
32,8
|
31,7
|
30,4
|
İsviçre
|
35,8
|
39,2
|
38,8
|
36,3
|
34,9
|
32,0
|
34,4
|
Türkiye
|
43,5
|
27,5
|
26,8
|
21,6
|
22,2
|
22,0
|
17,6
|
İngiltere
|
29,4
|
26,0
|
29,3
|
28,7
|
29,4
|
30,1
|
29,8
|
OECD Toplam
|
31,2
|
29,7
|
29,4
|
27,0
|
26,0
|
26,4
|
26,0
|
OECD Amerika K.
|
36,6
|
36,5
|
39,0
|
36,7
|
39,4
|
39,9
|
36,3
|
OECD Pasifik Böl.
|
35,3
|
35,8
|
33,6
|
31,3
|
28,6
|
29,2
|
28,0
|
OECD Avrupa
|
29,6
|
27,6
|
27,5
|
25,3
|
24,4
|
24,7
|
24,7
|
AB 19
|
28,8
|
27,7
|
27,0
|
24,5
|
23,4
|
23,8
|
23,7
|
AB 15
|
28,8
|
27,7
|
27,0
|
26,0
|
25,4
|
25,7
|
25,8
|
Kaynak: Vergi İstatistikleri Yıllığı, T.C. Maliye Bakanlığı 2004
Son olarak Türkiye’de 1980 sonrası gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payını diğer ülkelerle birlikte gösteren Tablo 2 değerlendirilmiştir. 1980 yılı itibariyle gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı Türkiye’de % 43,5 olup, Avrupa ve OECD ülkelerinden yüksek düzeydedir. Ancak bu yıldan itibaren ciddi düşüşlerin yaşandığı görülmektedir. Türkiye’de 1980 sonrasında vergi politikalarında yapılan değişiklikler sonucunda dolaysız vergilerin azaltılmasının amaçlandığı ve bunun sağlandığı tablodan da görülmektedir. Bu yıldan itibaren gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı azalmış ve 2002 yılı itibariyle % 17,6 seviyesine kadar inmiştir. Avrupa ve OECD ülkelerinde de gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payında azalma görülmekle birlikte, Türkiye’de olduğu gibi ciddi boyutlarda değildir.
a. Ücretlilerden Alınan Gelir Vergisi
Gelir Vergisi modern bir vergi sistemi olup, mükelleflerin ödeme gücü üzerinden artan oranlı tarifeye göre alınan ve vergi adaletini en iyi gerçekleştiren vergidir. Ancak ülkemizdeki gelir vergisinin büyük bir kısmı hizmet erbabından vergi kesintisi yoluyla toplanmaktadır. Bu durum gelir dağılımı üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır.
Gelir vergisi içindeki ücret gelirleri, genellikle ticari ve mesleki kazanca oranla daha düşük düzeydedir. Ücret geliri elde edenlerin düşük gelir düzeyi nedeniyle tasarruf eğilimleri düşüktür. Ayrıca bu kişilerin elde ettikleri gelir ancak yaşamlarını idame etmelerini sağlar. Bu durumda elde ettiği gelirin tümünü harcamak zorunda olan ücretli kesimden alınan yüksek tutardaki gelir vergisinin vergilemede adalet ilkesiyle çeliştiği ortadadır. Ücretliler üzerindeki vergi yükü ülkemizde yüksek olup, gelir dağılımını olumsuz yönde etkilemektedir.
Ücretlilerin çok büyük bir bölümü, gelir vergisinin en alt gelir diliminde yer almakta ve büyük bir bölümü asgari ücret düzeyinde gelir elde etmektedir. 2005 yılı itibariyle gelir vergisinin en düşük dilimi % 20 oranında en yüksek dilimi % 40 oranında vergilendirilmektedir. Ücret gelirleri ise tarifede yer alan vergi oranlarının 5 puan indirilmesi suretiyle vergiye tabi tutulmaktadır. 4369 sayılı yasa ile 1998 yılında getirilen bu uygulama ücretliler açısından olumlu bir gelişmedir. Ancak en düşük vergi dilimi Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde %7-10 seviyelerinde iken ülkemizde %15-20 seviyelerindedir. Bu durum, düşük gelir elde edenlerin yüksek oranlarda vergilendirilmelerine neden olmaktadır.
b. Ücretlilerden Alınan Gelir Vergisinin Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
Herhangi bir vergi sisteminin gelir dağılımına etkilerini incelerken, çeşitli sosyal grupların kişi başına ya da toplu olarak ödediği verginin tutarına bakmak yanıltıcı olabilir. Ödenen vergiyi, incelenen grubun milli gelirden aldığı payla oranlamak gereklidir. Gelirine oranla en yüksek vergiyi ödeyen hangi grupsa, o ülkedeki vergi sistemi, gelir dağılımını en çok o grup aleyhine değiştiriyor demektir. (Sönmez, 2001:154) Gelir dağılımı, çeşitli grupların milli gelirden aldıkları pay ve vergi hasılatına yaptıkları katkıya göre değişmektedir.
Gelir dağılımında ücretliler açısından adaletsizlik, 1980’li yıllarda daha çok artmıştır. Süleyman Özmucur’un “Ücretliler ve Ücretliler Dışındakilerin Gelir Vergisi Payları ve Milli Gelir Payları İlişkisi” çalışmasında Tablo 3’de yer alan veriler elde edilmiştir.
TABLO-3 : Ücretliler ve Ücretliler Dışındakilerin Gelir Vergisi Payları ve Milli Gelir Payları İlişkisi 1973-1987-1989 (%)
|
ÜCRETLİLER
|
ÜCRETLİLER DIŞINDAKİLER (kar, faiz, rant, küçük üreticilik)
|
YILLAR
|
Milli Gelir Payı (A)
|
Gelir Vergisi Payı (B)
|
Vergi Baskısı (B/A)
|
Milli Gelir Payı (C)
|
Gelir Vergisi Payı (D)
|
Vergi Baskısı (D/C)
|
1973
|
28,3
|
63,9
|
2,26
|
71,7
|
36,1
|
0,50
|
1987
|
17,1
|
38,2
|
2,23
|
82,9
|
61,8
|
0,75
|
1988
|
14,0
|
49,9
|
3,56
|
86,0
|
50,1
|
0,58
|
1989
|
15,0
|
54,9
|
3,66
|
85,0
|
45,1
|
0,53
|
Ücretlilerin gelir vergisi içindeki payından hareket edilecek olursa, bu payın 1970’lere göre 1980’li yıllarda azaldığı görülür. 1973 yılında ücretlilerin toplam gelir vergisi içindeki ödemelerinin payı %63,9 iken, 1987 yılında %38,2’ye kadar düşmüştür. Ancak bu durum ücretliler üzerindeki vergi baskısının azaldığı anlamına gelmemektedir. Ücretliler üzerindeki vergi yükünü görebilmek için, toplam gelir vergisi ödemelerinin yanısıra milli gelir içindeki paylarının da ele alınması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, ücretlilerin milli gelir içindeki payının sürekli olarak azaldığı görülmektedir. Bu nedenle vergi yükünün azaldığından bahsedilemez. 1987-1989 aralığında ücretlilerin gelir vergisine katkısı %38’den 55’e çıkarken, milli gelirdeki payı %17’den 15’e düşmüştür. Ücretlilerin vergi baskısı katsayısı %3,5 civarında olup, bunun anlamı ücretlilerin milli gelir paylarının 3,5 katı bir gelir vergisi baskısıyla karşı karşıya kalmasıdır. Ücret dışındakiler için bu baskı 1’i bile bulmamaktadır.
1980 sonrası dönemde uygulanan ücret politikası, çalışma ve örgütlenme mevzuatıyla getirilen sınırlamaların yanı sıra grev-toplantı-gösteri yasakları getirmiş, 1970’li yıllarda emek lehine gelişen bölüşüm ilişkilerini tersine çevirmiştir. Reel ücret düzeyleri hem özel hem de kamu kesiminde 1988 sonuna kadar geriletilmiştir. İç talebi kısmaya ve ekonomiyi dış talebe yönlendirmeye çalışan bu ücret politikası, gelir bölüşümünü özel sermaye birikimini artıracak şekilde değiştirmeyi amaçlamıştır. (Kepenek, Yentürk, 2000:201)
TABLO- 4 : GSYİH İçindeki Faktör Ödemelerinin Payı (%)
GSYİH İçindeki Faktör Ödemelerinin Payı (%)
|
Yıllar
|
İşgücü Ödemeleri
|
Sermaye Gelirleri (Faiz, Kar, Kira) ve Tarım
|
Sabit Sermaye Tüketimi
|
Üretim ve İthalat Vergileri
|
1987
|
20,7
|
64,2
|
7,0
|
8,1
|
1988
|
21,5
|
63,2
|
7,4
|
7,8
|
1989
|
24,0
|
61,8
|
6,5
|
7,6
|
1990
|
27,2
|
58,3
|
5,9
|
8,6
|
1991
|
31,9
|
53,3
|
6,2
|
8,6
|
1992
|
31,7
|
53,5
|
6,1
|
8,7
|
1993
|
30,9
|
54,2
|
5,7
|
9,3
|
1994
|
25,5
|
59,1
|
7,0
|
8,4
|
1995
|
22,2
|
61.6
|
6,5
|
9,7
|
1996
|
23,9
|
59,8
|
6,3
|
10,0
|
1997
|
25,8
|
57,1
|
6,1
|
11,1
|
1998
|
25,5
|
57,7
|
6,3
|
10,5
|
1999
|
30,7
|
51,4
|
6,9
|
11,0
|
2000
|
29,2
|
50,8
|
6,6
|
13,5
|
2001
|
28,3
|
49,4
|
8,3
|
14,0
|
2002
|
26,3
|
50,0
|
8,6
|
15,1
|
2003
|
26,1
|
50,0
|
7,6
|
16,3
|
Kaynak: DİE
1987-2003 döneminde faktör gelirlerinin ulusal gelirden aldığı pay Tablo 4’de gösterilmiştir. İşgücü ödemeleri 1987 yılında %20,7 ile en düşük 1991 yılında %31,9 ile en yüksek payı oluşturmuştur. 1991 yılından sonra bu pay giderek azalma eğilimi içerisine girmiş, 1994 yılındaki ekonomik krizi izleyen 1995 yılında %22,2 oranında gerçekleşmiştir. İzleyen dönemde, kamu kesimi işçi ücretleri, asgari ücret ve devlet memurları maaşlarında yapılan gerçek artışlarında etkisiyle, işgücü ödemelerinin ulusal gelir içindeki payı yükselerek 1996 yılında %23,9 1997 yılında %25,8 1998 yılında %25,6 ve seçimlerin yapıldığı 1999 yılında %30,7 olarak gerçekleşmiştir. 2000 yılından itibaren tekrar düşüş eğilimi içine girmiştir.
Faiz, kar, kira gelirlerini içine alan sermaye gelirleri ile tarım gelirlerinin ulusal gelirden aldığı pay ise, emek gelirlerinin payı arttıkça azalmış, emek gelirlerinin payı azaldıkça artmıştır. Nitekim, 1987 yılında sermaye gelirlerinin GSYİH’dan aldığı pay %64,2 iken 1991 yılında en düşük değeri olan %53,3 oranına gerilemiş, ancak daha sonra emek payındaki azalmaya paralel yükselerek 1995 yılında %61,6 olmuştur. 1996 yılından itibaren tekrar düşme eğilimi içine girmiştir. Ekonomik krizlerin yaşandığı 2001 yılında en düşük değeri olan %49,4 oranına düşen sermaye gelirlerinin GSYİH’dan aldığı pay 2002 ve 2003 yılında %50 seviyesine ulaşmıştır.
1980-1989 döneminde, hanehalkının gelir ve refahını arttırmak üzere çeşitli politikalar uygulanmıştır. Vergi dilimleri ve oranları düşük gelirleri lehine yeniden düzenlenmiş, özel indirimler artırılmıştır. 1984 yılından itibaren düşük faizli toplu konut kredisi verilmesi, memurlar ve işçiler ile bunların emeklilerine konut edindirme yardımı yapılması, zorunlu tasarruflar için devlet katkısı ile destek sağlanması ve ücretlilere vergi iadesi yoluyla belirli miktarda gelir transferi gerçekleştirilmiştir. (DPT, 1990:86)
1988 yılından itibaren ücretlilerin GSYİH içindeki payı ve ücretlilerin ödediği gelir vergisinin toplam vergi gelirleri, gelir üzerinden alınan vergiler ve toplam gelir vergisi içindeki payını gösteren Tablo 5 incelenerek ücretliler üzerindeki vergi yükü ve bu yükün gelir dağılımına etkisi ele alınmıştır.
TABLO- 5 : Ücretlilerin Ödediği Gelir Vergisinin Genel Bütçe Vergi Gelirleri İçindeki Payı (1988-2003)
|
Toplam Vergi Gelirleri içinde Ücretlilerin Payı
|
Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Ücretlilerin Payı
|
Toplam Gelir Vergisi içinde Ücretlilerin Payı
|
Yıllar
|
(%)
|
(%)
|
(%)
|
1988
|
14,4
|
31,4
|
45,2
|
1989
|
17,9
|
36,5
|
50,8
|
1990
|
20,2
|
43,2
|
55,0
|
1991
|
22,1
|
46,3
|
56,3
|
1992
|
22,4
|
47,4
|
55,5
|
1993
|
21,5
|
46,5
|
54,7
|
1994*
|
17,7
|
41,0
|
50,9
|
1994**
|
16,0
|
37,9
|
50,9
|
1995
|
16,3
|
39,5
|
52,3
|
1996
|
15,8
|
39,7
|
51,4
|
1997
|
15,6
|
38,2
|
49,0
|
1998
|
14,4
|
31,8
|
39,6
|
1999
|
14,0
|
31,3
|
42,7
|
2000
|
14,2
|
32,2
|
45,4
|
2001
|
13,6
|
29,1
|
37
|
2002
|
13,9
|
28,8
|
35
|
2003
|
15,2
|
31,4
|
39,2
|
* EDV, NAV, EMTV hariç ** EDV, NAV, EMTV dahil
Kaynak: 2004 Vergi İstatistikleri Yıllığı, T.C. Maliye Bakanlığı
Tablo 5’de görüldüğü üzere, 1988 yılından 1994 yılına kadar ücretlilerin toplam vergi gelirleri, gelir üzerinden alınan vergiler ve toplam gelir vergisi içindeki payı sürekli olarak artış göstermiştir. Bunun arkasındaki nedenler ise, gelir vergisi dilimlerinin enflasyonun etkisiyle hızla aşınması, ücretlilere sağlanan özel indirim tutarlarının artışlara rağmen enflasyon karşısında erimesi ve anlamını yitirmesi, ücretlilerin nominal gelirlerinde kendi mücadelelerinin sonucu olarak, özellikle 1988 ve 1989 yıllarında önceki yıllardan daha fazla artışlar olması ve bütün bunların etkisiyle ücretlilerin gelir vergisi tarifesinin üst basamaklarına doğru yükselmeleridir.
2000 yılı sonrasında toplam vergi gelirleri, gelir üzerinden alınan vergiler ve toplam gelir vergisi içinde ücretlilerin payı giderek düşmüştür. Bu durum ücretliler üzerindeki vergi yükünün azalması anlamına gelmemekle birlikte ücretlilerin milli gelirden aldığı payın düşüş içinde girmesinden kaynaklanmaktadır.
1980 sonrası dönemde enflasyonla mücadele programları adı altında izlenen ücret politikalarının katkısıyla emek faktörünün milli gelirden aldığı pay oransal olarak azalırken, ücret üzerine bindirilen vergi yükü, genel anlamda giderek artış göstermiştir. (Palamut, Yüce, 2001:13)
Emek geliri üzerinde yoğunlaşan gelir vergisi ile toplam gelir vergisinin büyük bir kısmı emek tarafından ödenmekte, emek ile sermaye matrahının üretim süreci içindeki nisbi fiyatlarını sermaye lehine, emek aleyhine bozmaktadır. Vergi sonrası net gelirin az olması, emek verimliliğini düşürmekle birlikte emek fiyatının emekçi açısından az, işveren açısından çok olması, üretimde optimum miktarın altında emek kullanımına neden olmaktadır. (Batırel, 1989/84:127) Bu dönemde vergi baskısı oranının ücretli kesimde yüksek olduğu görülmektedir. (Temel, Kelleci, 1995:129-149) Ücretliler üzerindeki bu baskı gelir dağılımının ücretliler aleyhine gelişmesini sağlamıştır.
Enflasyonist dönemde ödenen vergiler gelir dağılımını ücretliler aleyhine olumsuz yönde değiştirmiştir. Çünkü gelirleri stopaj yoluyla vergiye tabi tutulanlar vergilerini kazandıkları anda ödedikleri için, ücretliler açısından olumsuz, beyannameye tabi olanlar açısından (şirketler, mülk sahipleri (menkul-gayrimenkul), serbest meslek sahipleri) bir yıl önce elde ettikleri gelirin vergisini bir sonraki yılda taksitlere bölerek ödedikleri için olumlu etkiler yaratmaktadır. Bu da enflasyonist ortamdan dolayı sermaye kesimi için büyük kazanç demektir. (Petrol-İş, 1991:159) Buna göre stopaj yoluyla ücretler üzerinden alınan gelir vergisi, gelir dağılımında adaletsizliği artırıcı bir işlev görmektedir.
Gelir vergisi tarifesinin en düşük diliminde vergilendirilen ücretli kesimin vergi yükünün artmasına neden olan en önemli etkenlerden birisi de, enflasyon karşışında dilimlerin aşınmasıdır. Tarifelerdeki dilim genişletmeleri enflasyonun etkisini azaltmak amaçlı olmasına rağmen, dilim tutarları hiçbir zaman enflasyon oranında artmamış, bu yüzden ücretliler tarifenin üst basamaklarına çıkarak daha yüksek vergi oranlarına tabi olmuşlardır. (Kazgan ve diğerleri, 1992:121-122) Enflasyon oranının altında genişletilen dilimlerle, ücretlilere daha yüksek bir gelir vergisi yükü yüklenmiştir. Bunun da ötesinde, vergi oranları belli bir gelir seviyesinin üzerinde sabit olarak belirlenmekte ve üst gelir dilimleri enflasyondan kaynaklanan vergi yükünden hiç etkilenmemektedir. (Onaran, 1994:18)
Gelir vergisinin artan oranlılığını bozan gelişme, üniter yapıdan sedüler yapıya geçilmesi, gelirlerin toplanarak vergilendirilmesinden vazgeçilmesidir. Menkul sermaye iratları ve sermaye gelirleri beyannameye alınmayıp stopaj oranları da çok düşük tutulmuş, bundan dolayı üniter yapı bozularak ücretliler aleyhine bir durum oluşmuştur. (Artukmaç, 1989:7) Örnek olarak, bir dönem kurumlar vergisi ödendikten sonra dağıtılan kar paylarına ilişkin gelir vergisi yükümlülüğü bulunmamaktaydı. Böylece en yüksek gelir elde eden kesim artan oranlılığının dışına çıkarılmıştır. Ayrıca gelir vergisi içinde çok düşük ve tek oranlı stopaj uygulamasıyla da artan oranlılık sözde kalmıştır. (Oyan, Aydın, 1991:51)
Enflasyon, ücretlileri enflasyondan korumaya yönelik olarak getirilmiş olan “özel indirim müessesesi”nin anlamını yitirmesine neden olmuştur. Enflasyon karşısında yeterli düzeyde artırılmayan özel indirim tutarları nedeniyle, bu müessese zamanla işlevini yitirmiştir. Gelir Vergisi Kanunu’nda düzenlenen özel indirim uygulaması 2004 yılından itibaren 4842 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. Bu kanunla birlikte, düşük gelirliler için vergi yükünde azaltma sağlayabilecek özel indirim tutarları uygulamadan kaldırılmış, bu kesim lehine olan koruma mekanizması da geçersiz kalmıştır.
Ayrıca dolaylı vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içinde payının artması, emek gelirinin kaybını artırmış, gelir dağılımını ücretliler aleyhine değiştirmiştir. Yüksek oranlı olan ve zorunlu tüketim malları üzerinden alınan dolaylı vergiler, ücretlilerin tüketim grubu üzerinden alındığı için gelir dağılımını ücretliler aleyhine bozmaktadır. Düşük gelir grupları gelirlerinin daha yüksek bir oranını vergi olarak ödedikleri için, gelir dağılımı adaletsizliği artmaktadır. (Özmucur, 1996:10)
Artan oranlılık gelir dağılımını düzeltici bir özellik olmakla birlikte, gelirin üst seviyelerinde vergiden kaçınma eğiliminden dolayı, artan gelirin tamamı kavranmamakta ve gelir vergisinin eşitleyici özelliği eşitsizliğe yol açmaktadır. (Altan, 1988:69) Vergisi kaynakta kesilen ücretlilerin vergiden kaçınma ve vergi kaçırma olanakları olmamasına karşılık, gelirini vergi dairesine beyan eden ve bu beyannamelere dayanılarak vergi borcu hesaplanan mükelleflerin vergi yüklerini hafifletme olanakları son derece genişlemiştir. Ücret dışı gelir kategorilerinde vergi yüklerinin düşüklüğü hem yasal yolların kullanılması (vergiden kaçınma) hem de yasa dışı yolların (vergi kaçırma) zorlanmasıyla ortaya çıkmaktadır.
1980’li yıllar, böylece bir bütün olarak emek gelirlerinin safi hasıla içindeki paylarının göreli olarak gerilediği; ancak hem göreli olarak, hem de mutlak anlamda büyüyen artık kitlesinin paylaşımında ticari ve maliye ile rantiye tabakaların sanayicilere göre, bilinçli politikaların da etkisiyle çok avantajlı bir konuma getirildiği bir dönem olarak nitelendirilebilir. (Boratav, 1998:138)
Ücretler üzerinden alınan gelir vergisinin vergi kesintisine (stopaja) tabi tutularak alınması, bunun çoğu kez nihai vergiyi oluşturması, işverenin verginin ödenmesinden sorumlu tutulması, idari kolaylık yaratmakta ancak vergilendirme tekniği ücretliler aleyhine işlemektedir. Etkin bir vergi denetimi yapamayan, beyannameli mükelleflerden yeterince vergi toplayamayan vergi idaresinin gelir kayıplarını karşılamak için kolay yolu seçmesi, ücretliler üzerindeki vergi yükünü artırmaktadır. (Ekonomi Forumu, 1994:16)
Sonuç olarak gelir vergisi hem sağladığı hasılat hemde yapısında taşıdığı özellikler bakımından gelir dağılımında adaletsizlikleri giderici en etkili araç olmasına rağmen, devletin ücret dışı gelirleri etkin bir şekilde vergilendirememesi, ücretlileri korumaya yönelik olan özel indirimin olmaması, gelir vergisinin çoğunlukla hizmet erbabından stopaj yoluyla toplanır hale gelmesi, gelir vergisi tarifesinin düşük gelir grubu için yüksek oranlarda vergilendirilmesi, stopaj yoluyla vergilendirmenin yaygınlaşarak üniter yapının bozulması ve bazı gelirlerin çok düşük stopaja tabi tutulması ya da hiç vergilendirilmemesi nedeniyle gelir dağılımı üst gelir grupları lehine, vergi yükü artan ve bir çok muafiyet ve istisnadan yararlanamayan alt ve orta gelir grupları aleyhine bozulmuştur. Türkiye’de 1980 sonrasında uygulanan vergi politikasının temel unsurlarından biri olan gelir vergisi, yatay ve dikey vergi adaletini sağlayamamış, gelir dağılımında adaletsizlikleri artırmıştır.
Bu yazımızın devamı niteliğinde olacak olan diğer yazımızda Kurumlar vergisi, servet vergileri ve Dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi üzerinde duracak ve 1980 sonrası vergi poitikalarının gelir dağılımı üzerindeki etkisiyle ilgili değerlendirmelerimizi orada kaleme alacağız.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
AKDOĞAN Abdurrahman; Gelir Vergisi Açısından Vergi Adaletine Teknik Bir Yaklaşım, A.İ.T.İ.A. Maliye Fakültesi, Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayınları, No:137/1-9, Ankara 1980
AKYÜZ Yılmaz; Sermaye Bölüşüm Büyüme, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:400, Ankara 1977
ALTAN Özcan, Enflasyon ve Gelir Vergisi Arasındaki İlişkiler, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul 1988
ATAMAN Berrin, Neo-Keynesci Bölüşüm Teorisi: Ücret-Fiyat Sarmalı ve Gelirler Politikası, A.Ü. Yayınları, Ankara 1998
BATIREL Ö. Faruk, Türk Vergi Yönetimi, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, Gür-Ay Matbaası, 29. Seri, 1989/84
BORATAV Korkut; 100 Soruda Gelir Dağılımı, Kapitalist Sistemde, Türkiye'de Sosyalist Sistemde, 4.Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997
COLLARD D.A; Income Distribution: The Limits to Redistribution, Ed.R.L.Gregory, Colston Papers No:31, Bristol, 1980
ÇETİNKAYA Gülçin, Türkiye’de 1980-1995 Döneminde Gelir ve Kurumlar Vergisinin Gelir Dağılımına Etkisi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Ana Bilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1997
DPT, 1980’den 1990’a Makroekonomik Politikalar Türkiye Ekonomisindeki Gelişmelerin Analizi ve Bazı Değerlendirmeler, Ankara 1990
EKONOMİ FORUMU, Ücretlerin Vergilendirilmesi, Friedrich Ebert Vakfı, İstanbul 1994
GEVGİLİLİ Ali, Yeni Vergiler Neler Getiriyor, Vergi Meseleleri ve Tedbirleri Semineri, İ.Ü.İ.F. Maliye Enstitüsü Yayını, İstanbul 1978
KAZGAN Gülten, Türkiye’de Gelir Bölüşümü:Dün ve Bugün, Ekonomi ve Toplum, Friedrich Ebert Vakfı, İstanbul 1990
KAZGAN Gülten, ÖNDER İzzettin, KİRMANOĞLU Hasan, TUNCER Nihal; Türkiye’de Gelir Bölüşümünü Bozan Etkenler ve İyileştirilmesine İlişkin Politikalar, T.O.B.B. Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Çözüm Önerileri Dizisi 3, Sevinç Matbabası, Ankara 1992
KEPENEK Yakup, YENTÜRK Nurhan, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, Geliştirilmiş 10.Basım, İstanbul 2000
İL İlhan, Gelir Vergisi Konusunda Vergi Adaleti ve Gelir Dağılımını Etkileyen Başlıca Müesseseler ve İşleyişleri, Vergi Dünyası Dergisi, S.77, Ocak 1988
ONARAN Özlem, The Effect of Taxes on Distribution of İncome in Turkey, Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994
OYAN Oğuz, Dışa Açılma ve Mali Politikalar Türkiye:1980-1989, V.Yayınları 1992
OYAN Oğuz, AYDIN Ali Rıza, Türkiye’de Maliye ve Fon Politikaları Alternatif Yönelişler, Adım Yayıncılık, Ankara 1991
ÖNCEL M., KUMRULU A., ÇAĞAN N., Vergi hukuku, Savaş Yayınları, Ankara 1993
ÖNER Erdoğan, Mali Olaylar ve Düzenlemeler Işığında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Mali İdare, TC Maliye Bakanlığı APK Başkanlığı, Yayın No:2001/359, Ankara 2001
ÖZMUCUR Süleyman, Türkiye’de Gelir Dağılımı, Vergi Yükü ve Makroekonomik Göstergeler, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 1996
PALAMUT M.E., YÜCE Mehmet; Türkiye'de 1980-2000 Döneminde Gerçekleşen Gelir Dağılımının İstenen Vergi ile Eğitim ve Sağlık Harcamaları ile İlişkisi, Türkiye'de 1980 Sonrası Mali Politikaları 16.Türkiye Maliye Sempozyumu 28-31 Mayıs 2001 Antalya
Petrol-İş, Year Book of 1991
SEN Amartya, Inequality, Unemployment and Contemporary Europe, International Labour Review, Vol.136 (1997), No:2 (Summer)
SÖNMEZ Mustafa, Gelir Uçurumu, Om Yayınevi, İstanbul 2001
ŞENATALAR Burhan, ÖNDER İzzettin, OYAN Oğuz, SEVİĞ Veysi; Türkiye'de 1980 sonrası Vergi Politikaları, TÜSES Yayınları, İstanbul 1990
ŞENESEN Ümit, Gelir Dağılımı, Yoksulluk ve Popülizm, İktisat Dergisi, Ekim-Kasım 2001
TEMEL Adil, KELLECİ Mehmet A.; Faktör Gelirleri Üzerindeki Vergi Yükü ve Faktör Gelirleri (Net) Analizi, T.C. Başbakanlık Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara 1995
YÜCE Mehmet; Türkiye’de Gelir Dağılımındaki Adaletsizliğin İzlenen Vergi ve Harcama Politikaları ile Bağlantısı, 28.01.2005, www.econturk.com.tr
Zeliha BEKTAŞ
|
Burhan GÜNDOĞDU
|
Vergi Denetmen Yardımcısı
|
Hesap Uzmanı
|