Okunma Sayısı : 3547
   
Sizden Gelenler - ÇOKULUSLU ŞİRKETLER, DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE VERGİSEL TEŞVİK
Yayımlanma Tarihi: 15.08.2006
 

       

Emrah AKIN (*)

Yaklaşım, Nisan 2005, Sayı:148 sf.65-72
ÇOKULUSLU ŞİRKETLER, DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR VE VERGİSEL TEŞVİK

I. GİRİŞ 

Son 25-30 yıllık süreç içerisinde pazardaki, ürün ve üretim teknolojisindeki değişiklikler ve artan rekabet, şirketleri önemli ölçüde etkilemiştir. Şirketler böylesi bir ortamda mücadele edebilmek ve arz bakımından doyuma ulaşmış pazarı tatmin edebilmek için, yeni üretim tekniklerine yönelmişlerdir. Büyüme yolundaki şirketler, artık stok düzeylerini en aza indirgeyen, kaliteli fakat düşük maliyetli üretim yapan, ürün ve taleplerdeki değişikliklere karşı daha esnek olan üretim ve üretim yönetimi teknolojilerini kullanmak ve geliştirmek durumunda kalmaktadırlar.
 
Yukarıda izah ettiğimiz durum, H. Ford’un “seri üretim” teknolojisine dayanan (fordist) üretim yöntemini benimseyen şirketleri zorda bırakmış; birçok firma üretim otomasyonu ve entegrasyonu programları çerçevesinde “esnek üretim sistemlerini” devreye sokmak zorunda kalmışlardır. Esnek üretim sistemleri, yetenekli bilgisayar kontrollü makinalarla, robotlar ve otomatik malzeme taşıyıcılarının bilgisayar desteğinde entegrasyonundan oluşmuş, değişik ürün ve parçayı aynı anda üretebilen sistemleri ifade etmektedir. Esnek üretim sistemleri, atölye tipi üretim sistemlerindeki esnekliği, seri üretim sistemlerinin üretkenliği ve verimliliği ile birleştirmişlerdir.
 
Esnek üretim sistemleri özellikleri itibariyle çok da ucuz olmayan sistemlerdir. Tipik bir esnek üretim sistemi, başlangıç için en azından 15-20 milyon dolarlık bir yatırıma gereksinim gösterir. Ayrıca bu sistemler, insan emeği yerine bilgisayarları ve robotları koyarak üretim içindeki insan emeğinin rolünü kökten değiştirmişlerdir.
 
Ele aldığımız dönemde ekonomik alandaki bir diğer gelişme, esnek üretim sistemi gereksiniminin artmasına paralel olarak “Çokuluslu (multinational)  ya da Uluslarötesi (transnational) şirketlerin” ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının da dünya ekonomisindeki önemlerinin artmasıdır.
 
Bu çalışmamızda, çokuluslu ya da uluslarötesi şirket kavramları irdelenecek ve ülkemizdeki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının hukuki ve rakamsal profili ortaya konulacaktır. 

 II. ÇOKULUSLU VEYA ULUSLARÖTESİ ŞİRKET KAVRAMI VE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR      

Ekonomistler arasında çokuluslu veya uluslarötesi şirketlerin tanımlanması bakımından -bu şirketlerin, yönetim şekilleri, mülkiyet yapısı, ticari stratejileri ve idari yapıları bakımından bir standartları mevcut olmadığından- birlik bulunmamaktadır.

En geniş şekliyle çokuluslu veya uluslarötesi şirketi, birden fazla ülkede üretim ve pazarlama faaliyetleri bulunan ve gelişme stratejisini global olarak saptayan firma[1] olarak nitelemek mümkün görünmektedir.
 
Genelde aynı anlamda kullanılan çokuluslu (multinational) şirket ile uluslarötesi (transnational) şirket kavramları akademik çevrelerde farklılıklarıyla ele alınmaktadır. Kısıtlayıcı bir tanıma göre, bir şirketin “ana şirketi” birden fazla ulus mukimi kişilere ait ise o şirketi çokuluslu olarak nitelendirmek mümkün olacaktır. Bu tanımlamanın doğal sonucunun, bizi dünyadaki bir çok şirketin çokuluslu şirket olamadığı sonucuna götürmesi muhtemeldir. Çünkü “çokuluslu şirketlerin” tamamına yakını, dünyanın bir çok ülkesinde bağlı şirketlere sahip olan; ancak tek bir ulusun mukimi kişilere ait şirketlerdir. Şirket idaresinde farklı uluslardan kişilerin bulunması bu sonucu değiştirmeyecektir. O halde çokuluslu şirketleri, üretim ve yönetim faaliyetlerine birden fazla ulusun katıldığı, üretim  faaliyetlerinin birden fazla ülkede sürdürüldüğü ve “ulusal” bir özellik sergilemeyen şirketler olarak tanımlamak daha rasyonel görünmektedir. Çokuluslu şirketin, vergisel bir takım avantajlar dolayısıyla, finansal merkezini düşük vergi ödeyeceği bir ülkeye konuşlandırması halinde şirketin uluslarötesi şirket olarak tanımlanması gerektiği de akademik çevrelerde genelde kabul gören bir görüştür.
 
UNCTAD[2] tarafından, şirketlerin çokulusluluk derecesini ölçebilmek için -şirket mülkiyet yapılarını dikkate almayan- bir “çokulusluluk endeksi” oluşturulmuştur. Endeks üç adet oranla hesaplanmaktadır.
 
i. Şirketin diğer ülkelerdeki bulunan şirketlerinin gerçekleştirdiği  satışların toplam satışlara oranı,
 
ii. Şirket tarafından diğer ülkelerde sahip olunan varlıkların toplam şirket varlıklarına oranı,
 
iii. Şirketin diğer ülkelerde sağladığı istihdamın toplam istihdama oranı.
 
Bu üç oranın ortalaması bir şirketin çokulusluluk derecesini verecektir. Dünya üzerine faaliyet göstermekte olan çokuluslu şirketlerin çokulusluluk dereceleri -genellikle- %35 ila %75 aralığında değişmektedir. UNCTAD tarafından her yıl yayınlanmakta olan  “World Investment Report” verilerine göre[3] anılan derecenin, son 10 yıllık dönem içerisinde artmakta olduğu da söylenebilir.
 
Çokuluslu şirketlerin büyük çoğunluğu, sanayileşmiş ülkelerden çıkmaktadır. Örneğin 2002 yılında dünyanın en büyük finans dışı şirketlerinin büyük bir kesimi ABD, Fransa, Almanya ve Japonya kaynaklıdır[4]. Dünya üzerinde faaliyet göstermekte olan 100 büyük çokuluslu şirketin yabancı ülkelerdeki varlık toplamları “trilyon dolarlarla” ifade edilecek boyutlara ulaşmıştır.
 
Çokuluslu şirketlerin hacimleri hakkında fikir verebilmesi bakımından, 2002 yılında dünyada faaliyet gösteren çokuluslu telekomünikasyon firmalarından ikisine ait veriler[5] aşağıya alınmıştır.  
        (Milyar $)
Şirket
Ülkesi
Varlıkları
Satışları
İstihdamı (kişi)
Ülke Dışı
Toplam
Ülke Dışı
Toplam
Ülke Dışı
Toplam
France Telekom
Fransa
73
112
20
29
102.016
243.573
Deutsche Telekom
Almanya
37
121
17
51
78.146
255.969

 III. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN PROFİLİ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKİLERİ

Yabancı yatırım, yatırılabilir kaynakların kişi ve kuruluşlar tarafından bir  başka ülkeye taşınmasıdır. Bir ülke borsasında işlem gören şirketlerin hisselerinin bir diğer ülke veya ülkelerin kuruluşları tarafından satın alınmasını ifade  eden portföy yatırımları dışında kalan ve bir veya birden  fazla uluslararası yatırımcının tamamına sahip  olarak  veya  yerli bir veya bir kaç firma ile ortaklık halinde  gerçekleştirdiği yatırımlar, doğrudan yabancı yatırım olarak tanımlanmaktadır[6].
Çokuluslu şirketler tarafından gerçekleştirilmekte olan, doğrudan yabancı yatırımların[7] gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri üzerindeki etkileri de son derece önemlidir. Çokuluslu şirketlerin başlangıçta, daha çok doğal kaynaklar ve imalat sanayii sektörlerinde yoğunlaştıkları görülmektedir. Ancak, son 20 yıllık süreç içerisinde hizmetler sektörüne yapılan yatırımların payının arttığı dikkati çekmektedir. Hizmetler sektörüne yapılan yatırımlardaki artışın çeşitli nedenleri bulunmakla beraber; temel neden, çokuluslu şirketlerin faaliyet göstermekte oldukları ülkelerde bu sektöre ilişkin “özendirici düzenlemelerin” daha hızlı ve etkin yapılabilmesidir.
 
Doğrudan yabancı yatırımlar, gelişmekte olan ülkeler bakımından özellikle birkaç noktada önem arz etmektedirler. Bu yatırımlar;
 
·        Ülkedeki döviz durumu ve vergi gelirleri gibi değişkenler üzerinde olumlu etkilere sahiptir,
 
·        Ülkenin istihdam yapısı üzerinde önemli etkileri olur,
 
·        Ülkenin teknolojik gelişmesine katkıda bulunur. 
 
Bu konuya ilişkin olarak Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas Komisyonu Raporu”nun 5. Bölümünde “Doğrudan yabancı yatırımlar, bir ülkede istihdam ve büyümeye sağladığı katkının yanısıra yan sanayilerin oluşmasına destek olmakta, o ülkeye teknoloji, know-how ile  yönetim tecrübesi getirmekte ve dış pazarlara açılmayı kolaylaştırmaktadır. Ayrıca, doğrudan yabancı yatırımların kar transferlerinin  çok düşük seviyelere indiği, günümüzde bilinen bir gerçektir. Karlar; rekabet edebilmek, kaliteyi  ve  fiyat  avantajını  muhafaza  edebilmek  ve  büyüyen  pazar  talebine  cevap verebilmek için, teknoloji  yenileme, araştırma ve  geliştirme konularında  ihtiyaç duyulan sermayeyi karşılamak üzere yeniden yatırılmaktadır.” denilmektedir.
 
Tüm bu faydaların yanı sıra, doğrudan yabancı yatırımları gelişmekte olan ülke  ekonomisini düzeltecek bir “sihirli değnek” olarak da değerlendirmemek gerekir. Ekonomik bir iyileşmenin sağlanabilmesi bakımından, bu yatırımların, hükümetlerce tamamlayıcı politikalarla desteklenmesi gereklidir.
 
Tüm dünyada 1989-1991 ile 2001-2002 dönemleri arasında imalat ve hizmetler sektörüne yapılan yabancı yatırımların nispi ağırlıklarındaki[8] değişim aşağıda gösterilmiştir.
 
Ülkelere Giren Toplam Doğrudan Yabancı Yatırımın Sektörel Dağılımı
Dönem
İmalat Sektörü
Hizmetler Sektörü
Diğer
1989-1991
%39
%54
%7
2001-2002
%24
%67
%9
 
 Ülkemizin, 1980 ila 2003 yılları arasındaki yabancı sermaye girişi ve yabancı sermayeli firma profili aşağıdaki tabloda gösterilmiştir[9].
 
YILLAR
İZİN VERİLEN YABANCI SERMAYE (MİLYON $)
YABANCI SERMAYELİ FİRMA SAYISI[10]
FİİLİ GİRİŞ (MİLYON $)
1980
97
78
35
1981
338
109
141
1982
167
147
103
1983
103
166
87
1984
271
235
113
1985
234
408
99
1986
364
619
125
1987
655
836
115
1988
821
1.172
354
1989
1.512
1.525
663
1990
1.861
1.856
684
1991
1.967
2.123
907
1992
1.820
2.330
911
1993
2.063
2.554
746
1994
1.478
2.830
636
1995
2.938
3.161
934
1996
3.836
3.582
914
1997
1.678
4.068
852
1998
1.646
4.533
953
1999
1.700
4.950
813
2000
3.477
5.328
1.707
2001
2.725
5.841
3.288
2002
2.243
6.280
1.042
2003[11]
1.208
6.511
150
TOPLAM
35.203
-
16.372
 
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, doğrudan yabancı yatırımların, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine olumlu etkileri bulunmaktadır. Bu yatırımların olumlu etkilerinin azamileştirilmesi ise, hükümetlerce uygulanacak tamamlayıcı politikaların bağlıdır. Bu nedenlerle, gelişmekte olan ülkeler -dolayısıyla ülkemiz- doğrudan yabancı yatırımları çekebilmek maksadıyla hukuki ve ekonomik düzenlemelere yönelmektedirler.
 
Bu yatırımları çekebilmek için izlenebilecek temel birkaç politika aşağıya alınmıştır.
 
·    Vergileme politikasında yapılacak düzenlemeler.
 
·   Bürokratik sistemin basitleştirilmesine ve süreçlerin hızlandırılmasına yönelik düzenlemeler[12].
 
·    Ülkenin, kabul görmüş, ekonomik entegrasyonlara üye olması.
 
·    Siyasi ve ekonomik alandaki istikrar.
 
·    Düzgün işleyen bir işgücü piyasası.  
 
Şüphesiz, bu politikaların sadece birinin uygulanması neticesinde yabancı yatırımı çekmek mümkün olamayacaktır. Bu politikaların dengeli ve birbirlerini destekler şekilde ele alınması yatırım çekmek bakımından daha önemli sonuçlar doğuracaktır. 

 
IV. DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLARIN VERGİSEL YOLDAN TEŞVİKİ

IV.I. Politikalar ve Teşvik Mekanizmaları

Gelişmekte olan ülkeler çokuluslu şirketlerden, vergi gelirlerinin, istihdamın, ihracatın, artırılmasına katkı sağlamalarını ve bu şirketlerin yeni teknolojik imkanları ülkelerine getirmelerini beklemektedirler. Özellikle sermaye kıtlığı çeken, gelişmekte olan, az gelişmiş ülkeler  bu süreçle sermayeye kavuşurken, sermayeyi kullanabilirken büyüme hızlarını artıracaklar ve giderek zaman içinde gelişmiş dünyaya yetişeceklerdir. Yani büyüme hızları gelişmiş dünyadan gelen sermaye ile birlikte artmış olacaktır ve zaman içinde de iki dünya birbirine yaklaşacaktır[13]. Bu bağlamda, anılan şirketlerin ülkeye çekilebilmesi için, teşvik mekanizması gündeme gelmektedir. 

Yabancı yatırımların ülkeye çekilmesi maksadıyla uygulanacak teşvikler, vergisel teşvikler, sübvansiyonlar, faaliyet gösterilecek alanda tekelleşme hakkı gibi karşımıza çıkabilmektedir. Ülkede uygulanacak teşvikin ne türde olacağı, ülkenin ihtiyaçları ve gelişmişlik düzeyiyle ilgili olarak değişmektedir.
 
En önemli teşvik mekanizmalarından biri olan vergisel teşvikler, gelişmekte olan ülkelerce, yoğun bir biçime kullanılan teşviklerdir. Vergisel teşvik kavramını, vergi kanunlarında değişiklik yapmak suretiyle bazı ekonomik unsurlara ya da faaliyet alanlarına  vergisel kolaylıklar ve ayrıcalıklar sağlamak şeklinde tanımlayabiliriz.
 
Ekonomi içerisindeki bazı sektörlere yönelecek yatırımların arttırılması, bölgesel bazda yatırımların teşviki, ekonomik performansın artırılması ve ülkeye modern teknoloji transferinin sağlanması gibi amaçlara hizmet eden vergisel teşvikler, karşımıza çeşitli enstrümanlarla çıkmaktadır. Aşağıda bu teşviklerin türlerine ilişkin örneklere yer verilmiştir.
 
a. Zararların Sonraki Dönemlere Nakli: Burada yatırımcının, faaliyetlerinden kaynaklanan zararlarını belirli süreler itibariyle takip eden dönemlere aktarması söz konusu olmaktadır. Bu teşvik mekanizması sayesinde, yıllara sari yatırımların ilk yıllarında -yatırım maliyetleri nedeniyle ortaya çıkan- giderler takip eden dönemlerde vergi matrahını küçültmekte ve dolayısıyla  yatırımcı daha az vergi ödemektedir.
 
Örneğin Kurumlar Vergisi Kanununun mükerrer 14’üncü maddesine göre, her yıla ilişkin tutarlar ayrı ayrı gösterilmek ve beş yıldan fazla nakledilmemek koşuluyla, geçmiş yılların mali bilançolarına göre meydana gelen zararların kurum kazancından indirilmesi mümkündür. Bu hüküm, direkt yabancı sermaye teşvikine yönelik olmasa bile, kanuni şartları haiz yatırımcıların bu imkandan yaralanabilecekleri açıktır.
 
b.Yatırım İndirimi Müessesesi: Yatırım indirimi, yeni yatırımların yapılması karşılığında, vergi matrahının belli oranlarda azaltılmasını ifade etmektedir.
 
Gelir Vergisi Kanununun 4842 sayılı Kanun ile düzenlenen 19’uncu maddesine göre,  dar mükellefiyete tabi olanlar dahil, ticari veya zirai kazançları bilanço esasına göre tespit edilen vergiye tabi mükellefler (adi ortaklıklar, kollektif ve adi komandit şirketler ile kurumlar vergisi mükellefleri dahil) faaliyetlerinde kullanmak üzere satın aldıkları veya imal ettikleri amortismana tabi iktisadi kıymetlerin maliyet bedellerinin % 40’ını vergi matrahlarının tespitinde ilgili kazançlarından yatırım indirimi istisnası olarak indirim konusu yapabileceklerdir.
 
c. Bazı Özel Harcamalara Getirilen Vergi İndirimleri: Bu teşvik mekanizmasıyla yatırımcılar belli bazı harcamaları yapmaya yöneltilir. Örneğin yapılacak AR-GE yatırımları neticesinde ortaya çıkacak harcamanın belli bir oranda arttırılarak vergi matrahının oluşumunda dikkate alınması gibi.
 
Kurumlar Vergisi Kanununu 14’üncü maddesinin  6’ncı bendine göre, mükelleflerin, işletmeleri bünyesinde gerçekleştirdikleri münhasıran yeni teknoloji ve bilgi arayışına yönelik araştırma ve geliştirme harcamaları tutarının % 40’ı oranında hesaplanacak “AR-GE indirimi” kurum kazancı hesaplanırken hasılattan düşülebilecektir. Bendin devamında ise, araştırma ve geliştirme faaliyetleri ile doğrudan ilişkili olmayan giderlerden ve tamamen araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde kullanılmayan amortismana tabi iktisadi kıymetler için hesaplanan amortisman tutarlarından verilen paylar üzerinden AR-GE indiriminin hesaplanamayacağı hüküm altına alınmıştır[14].
 
d. Vergi Ertelemesi: Bu yöntemde, yeni gelen yabancı firma -belirli sürelerle- ödemesi gereken vergiyi ödememekte; verginin tahsili sonraki dönemlere bırakılmaktadır. Bu teşvik, firmanın karşı karşıya kaldığı tüm vergi türleri veya bunların bir kısmı için söz konusu olabilmektedir.
 
Kurumlar Vergisi Kanununun 14’üncü maddesinin 6’ncı bendinin 5228 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki şekline göre; mükelleflerin, yılı içinde yaptıkları kendi araştırma ve geliştirme harcamaları tutarını geçmemek üzere, ilgili dönemde ödemeleri gereken yıllık kurumlar vergisinin %20’sinin tahsili üç yıl süreyle faizsiz olarak ertelenebilmekteydi.
 
e.Gümrük Vergilerine Dönük Muafiyetler: Bu teşvikler, genellikle -düşük veya sıfır oranlı tarifeler uygulamak yoluyla- yatırım malzeme ve ekipmanlarının ülkeye daha yoğun girmelerini sağlamaya dönük teşviklerdir. 
 IV.II. Sorunlar ve Öneriler

Doğrudan yabancı yatırımların vergisel yolda teşvikinin sağlanması bakımından, yatırım çevrelerince eleştirilen temel hususlardan birisi uygulanan kurumlar vergisi oranın yüksekliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde kurum kazançlarına uygulanmakta olan oran, yatırım indirimi mekanizmasıyla birlikte düşünüldüğü takdirde, yabancı yatırımları caydırıcı niteliği haiz değildir. Ancak, kurumlar vergisi oranında da -diğer yatırım teşvik araçlarıyla dengeli olmak şartıyla- bir ayarlama yapılması, yabancı yatırımları bir miktar  cezbedecektir.

Eleştirilen diğer bir nokta da; yatırım teşvik politikalarının tek bir otoritenin denetimi ve idaresi altında bulunmamasıdır. Teşvik politikalarının denetim ve idaresinin farklı birimlerce yürütülüyor olması, anılan politikalardan beklenen faydanın sağlanmasını engellemektedir. Teşvik politikalarının tek bir otorite tarafından idaresinin sağlanması pek mümkün görünmese bile; anılan politikaların koordinasyon ve denetimi faaliyetlerinin tek bir otorite tarafından yerine getirilmesi yatırım iklimi bakımından olumlu sonuç verecektir.
 
Diğer bir eleştiri, ülkemizin vergi sisteminin karmaşık; gelir idaresinin ise etkin olmadığı şeklindedir. Ülkemizde, son yıllarda “vergi bilincinde” büyük bir erozyon yaşanmaktadır. Bu tip bir altyapının üzerine kurulacak gelir idaresinden azami faydayı beklemek iyimserlik olacaktır. Vergi bilincinde yaşanan erozyon, mükelleflerin adlarına tahakkuk eden vergileri ödemekte isteksiz davranmalarına yol açmakta ve gelir idaresinin etkinliğini sınırlamaktadır. Vatandaşların, gelir idaresine duyduğu güvenin pekiştirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması; ödenen vergilerin, hizmet olarak geri döneceği düşüncesinin vatandaşlarda yaygınlaştırılması ve bu yolla toplumsal sorumluluk duygusunun geliştirilmesi ile vergisel ödevlerini düzenli bir biçimde yerine getiren mükelleflerin taltif edilmesinin ülkemizdeki vergi bilincinin gelişmesine katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Bu yolla gelir idaresinde yapılacak yenileşme faaliyetlerinden de azami faydanın sağlanacağı düşünülmektedir.
 
Vergi sistemimizin karmaşık yapısı, hem uygulayıcılar hem de mükellefler bakımından uzun senelerdir şikayet konusu olmaktadır. Sistemin ve gelir mevzuatının basitleştirilmesinin hem yatırım iklimine hem de gelir idaresinin etkinliğine katkı sağlayacağı açıktır.  

V. SONUÇ

Uluslararası entegrasyonların yaygınlaşmasına paralel olarak, çokuluslu şirketlerin ve doğrudan yabancı yatırımların dünya ekonomisindeki yeri ve önemi artmıştır. Özellikle, gelişmekte olan ülkeler, doğrudan yabancı yatırımları ekonomik kalkınmanın bir anahtarı olarak görmekte ve anılan yatırımları ülkelerine çekmek için çeşitli teşvik mekanizmalarına yönelmektedirler. Bu teşvik mekanizmaları içerisinde “vergisel” boyutlu olan mekanizmalar önemli bir yer tutmaktadır.
 
Türkiye, yabancı sermayenin ülkeye çekilmesine yönelik vergisel çerçeve bakımından, ciddi problemlere sahiptir. Ülkemiz vergi mevzuatı, bir vergi danışmanı olmadan içinden çıkılamayacak bir mevzuat haline gelmiştir[15]. Bu nedenlerden dolayı, ülkemizde yabancı sermayenin vergi yoluyla teşviki bakımından alınacak oldukça uzun bir yol bulunmaktadır.
 
Vergisel teşvik mekanizmalarıyla doğrudan yabancı yatırımların ülkemize çekilebilmesi için, öncelikle, ülkemiz ekonomisi içerisinde etkin olarak işleyecek vergisel teşviklerin belirlenmesi ve bu teşviklerin diğer teşvik mekanizmalarıyla uyumlaştırılması gerekmektedir. Uygulanacak vergisel teşviklerin, ekonomik maliyetlerinin ve faydalarının dikkatli bir şekilde mukayese edilmesinin ve  ülkemiz ekonomisinin tümüne hitap eder niteliği haiz olmalarına özen gösterilmesinin de yararlı olacağı düşünülmektedir. 
 

(*) Maliye Müfettişi
[1] Tanım, www.ekonomist.com.tr sitesindeki “Ekonomi Sözlüğü”nden alınmıştır.
[2] United Nations Conference On Trade And Development – Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı. 1964’te hükümetlerarası bir örgüt olarak kurulan UNCTAD, ticaret ve kalkınma alanında BM Genel Kurulu’nun en önemli organıdır.
[3] Kaynak www.unctad.org
[4] UNCTAD, World Investment Report 2004
[5] UNCTAD, World Investment Report 2004 (Annex table A.III.7.)
[6] Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları Özel İhtisas Komisyonu Raporu” Bölüm 1.3
[7] Foreign Direct Investment (FDI)
[8] UNCTAD, World Investment Report 2004 (Annex figure A.I.1.)
[9] Kaynak www.hazine.gov.tr
[10] Kümülatif rakamlardır.
[11] Haziran ayı itibariyle.
[12] Administrative Barriers to Foreign Investment in Developing Countries, World Bank, Mayıs 2002 verilerine göre, Türkiye’de yabancı yatırımın “Giriş”ine ilişkin bürokratik işlemler 121 işgünü (çalışma kapsamındaki ülkeler ortalaması 68 işgünü),  “Yatırım” aşamasına ilişkin bürokratik işlemler 985 işgünü (ortalama 334 işgünü) sürmektedir. (Verilerin alındığı eser: Hayrettin DEMİRCAN, “Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Stratejileri”, Hazine Müsteşarlığı Araştırma ve İnceleme Dizisi No:35, Mart 2003)     
[13] “Türkiye'nin Yürürlüğe Koyduğu İstikrar Programlarının Başarısında Yabancı Sermaye Girişlerinin Yeri ve Önemi” Prof. Dr. Ercan UYGUR (kaynak: www.tcmb.gov.tr)
 
[14] Benzer hükümler, Gelir Vergisi Kanununun 89’uncu maddesinde de yer almaktadır.
[15] “Türkiye’ye Daha Fazla Yabancı Sermaye Çekebilmek İçin İzlenmesi Gerekli Politikalar” Dr. Abdurrahman ARIMAN (kaynak: www.tcmb.gov.tr)
  
 
 
Ücretsiz üyelik
Şifremi Unuttum
USD
Euro
Üfe & Tüfe Oranlarını görmek için aşağıdaki excel ikonuna tıklayınız.

*Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileridir.​

ÜFE & TÜFE
Endeks Arşivi

Excel Dokümanı
     
  Copyright ® 2013 Esenlik Yeminli Mali Müşavirlik Ltd. Şti. Web Tasarımı