Danıştay Üçüncü Daire
Murisin hayatta iken terk ettiği işinden dolayı ölümünden sonra mirasçılarına ödenen tazminatın, arızi kazanç sayılarak vergilendirilmesi gerekir. Uyuşmazlık, 10.3.1971 tarihinde Batı Almanya’ya ihraç etliği fındığın, geminin yolda batması sonucu, telef olması üzerine aynı yıl işi terkederek 1981 yılında vefat eden .........’nin mirasçılarına sigorta şirketi tarafından 1985 yılında ödenen tazminatın 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 82. maddesinin 5. fıkrası uyarınca arızi kazanç kabul edilerek davacı adına hissesi oranında re’sen salınan gelir vergisi ile kesilen kaçakçılık cezasına ve Savunma Sanayii Destekleme Fonu kesintisine karşı açılan davayı kabul ederek, tarhiyatı kaldıran Vergi Mahkemesi kararının temyizen bozulması istemine ilişkin olup, çözümü sözkonusu tazminatın mirasçılar yönünden arızı kazanç sayılıp sayılamayacağının belirlenmesini gerektirmektedir. Gelir Vergisi Kanunu’nun yukarıda sözü edilen 82. maddesinin 5. fıkrasında; gerçek usulde vergiye tabi mükelleflerin terk ettikleri işleriyle ilgili olarak sonradan elde ettikleri kazançların (zarar yazılan değersiz alacaklarla, karşılık ayrılan şüpheli alacakların tahsili dahil) arızi kazanç sayılarak vergiye tabi tutulacakları açıklanmış olup, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 12. maddesinde de; ölüm halinde mükelleflerin ödevlerinin, mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılarına geçeceği, ancak, mirasçılardan herbirinin ölünün vergi borçlarından miras hisseleri nispetinde sorumlu olacakları öngörülmüştür, Bu iki kanun hükmü birlikte incelendiğinde, gerçek usulde gelir vergisi mükelleflerinin terk ettikleri işleriyle ilgili olarak sonradan elde ettikleri kazançların hayatta iken kendileri; ölümlerinden sonra ise mirasçıları yönünden arızi kazanç sayılarak gelir vergisine konu edilecekleri anlaşılmaktadır. Her ne kadar, temyize konu kararında Vergi Mahkemesi, Vergi Usul Kanunu’nun yukarıda açıklanan 12. maddesine göre mirasçılara vergi borcu intikal edebilmesi için ölenin ölüm tarihi itibariyle tahakkuk etmiş bir vergi borcunun bulunması gerektiğini söylemekte ise de; miras hukukunda cari külli halefiyet esasından hareketle düzenlenen anılan maddenin uygulanmasında, ölenin vergi Kanun’ları karşısındaki tüm hak, yetki, ödev ve sıfatlarının mirasçılarına intikal ettiğinin kabulü gerekeceğinden, vergiye tabi kazancın muris tarafında elde edilmesiyle mirasçıları tarafından elde edilmesi arasında fark gözetilmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, bir iktisadi kıymetin servet niteliği kazanabilmesi için öncelikle, ilgilinin hayatta iken mamelekine, ölümünde ise terekesine intikal etmiş ve bu intikal dolayısıyla vergilendirilmiş bulunması gerekir. Nitekim, sigorta şirketince, tazminatın doğrudan doğruya mirasçılar adına değil de, muris adına tahakkuk ettirilerek, onun adına Türkiye Emlak Kredi Bankasına yatırılması ve bu bankaca veraset ve intikal vergisi île masraflar düşüldükten sonra bakiyesinin mirasçılara ödenmiş elması, bu gerekliliğin doğal sonucudur. Bu bakımdan, Vergi Mahkemesi’nin davacıya murisi dolayısıyla ödenen tazminatın bir servet unsuru oluşturacağı ve bu nedenle, yalnızca veraset ve intikal vergisine konu olacağı yolundaki gerekçesine katılmak mümkün değildir. Olayda, davacıya ve diğer mirasçılara 1985 takvim yılında ödenen tazminatın murisin 1971 takvim yılı sonunda terkettiği ticari işiyle ilgili olduğunda kuşku bulunmadığından, arızi kazanç sayılarak, beyanname verilmemesi sebebiyle tarhiyatın re’sen yapılmasında yukarıda açıklanan hükümlere aykırılık görülmemiştir. Bu nedenle, temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesi’nin temyize konu kararını, davada ileri sürülen diğer iddiaların doğruluk dereceleri araştırılarak yeniden karar verilmek üzere bozulmasına; gününde oyçokluğuyla karar verildi.