Danıştay Üçüncü Daire
Faturada satıcı olarak görünen firma ve şahıslardan fatura içeriği ürünün satın alınmadığının ortaya konulması halinde normal ve mutad olan uygulamaya göre üreticilerden alındığının kabulü gerekir. İstemin Özeti: Bakliyat alımı, bakliyat Kalibrasyon ve ihracat işi ile uğraşan davacı limited şirketin Şubat 1990 dönemine ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucunda tespit edilen matrah üzerinden adına re'sen salınan Gelir (stopaj) vergisi ile kesilen kaçakçılık cezasına karşı açılan davayı; olayda, davacı şirketin ihraç ettiği nohutları üreticilerden almasına karşın vergi kesintisi yapmamak ve müstahsil makbuzu düzenlememek için onaltı kurum ve firmanın düzenlediği içeriği itibariyle yanıltıcı (sahte) faturalara dayanılarak mal giriş kaydettiği kabul edilerek cezalı tarhiyat yapıldığının anlaşıldığı, anılan kurum ve firmalar tarafından düzenlenen faturaların fatura düzenine uygun olduğu, içeriği itibariyle yanıltıcı belge düzenledikleri hususunda somut bir tespit bulunmadığı gibi davacı şirketin mal alımlarım kantar tartı fişleri ve sevk irsaliyelerine dayandırdığı, alıma konu nohutların Mersin Ticaret Borsasına tescil ettirildiği, ödemelerin büyük bir kısminin çekle yapıldığı, ayrıca ürünlerin üreticilerden alındığı yolunda yapılmış bir tespitte bulunmadığı gerekçesiyle kabul ederek cezalı tarhiyatı terkin eden içel Birinci Vergi Mahkemesinin 8.3.1994 Gün ve E: 1993/1130, K: 1994/184 Sayılı Kararının; inceleme raporuna göre yapılan tarhiyatın kanuni ve yerinde olduğu ileri sürülerek bozulması istemidir. Karar: Temyiz istemi, bakliyat ihracat ve ticareti ile uğraşan davacı şirketin ürün alımlarında içeriği itibariyle yanıltıcı (sahte) fatura kullanarak vergi kesintisi sorumluluğundan kaçındığından söz edilerek adına re'sen salınan Gelir (Stopaj) Vergisi ile bu vergiye bağlı olarak kesilen kaçakçılık cezasına karşı açılan davayı kabul eden Vergi Mahkemesi kararının bozulmasına ilişkindir. 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3. maddesinin (B) bendinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık olmayan şahit ifadesinin ispatlama vasıtası olarak kullanılamayacağı hükme bağlanmıştır. inceleme raporu ve eki tutanaklardan, davacı şirketin uyuşmazlık döneminde fatura aldığı bir kısım firma ve şahısların Anadolu'dan ürünü getiren şahıslarla temas kurarak ihracatçı firmaların ürünü almalarında aracılık yaptıkları, depo, eleme ve nakliye araçlarının olmadığı, sadece büroda çalıştıkları, ticari faaliyetlerinin süresi ve sermayeleri itibariyle saptanan ölçüde ticaret yapmalarının mümkün bulunmadığı, ihracatçıların istemleri doğrultusunda satış faturası düzenledikleri, aslında yapılan işin komisyonculuk, kazançlarının da komisyon geliri olduğu, bir kısminin ise, bilinen adreslerinde bulunamadığı, Vergi Dairesine bildirilen adreslerin sahte çıktığı, mal giriş kayıtlarının içeriği itibariyle yanıltıcı (naylon) faturalara dayandırıldığı, zirai ürün gelir (stopaj) vergisine ilişkin muhtasar beyanname vermediklerinin saptandığı ve bu tespitlerin ürünün satın alındığı firma ve şahısların gerçek anlamda tacir olmadığı paravan kuruluşlar olduğunu kanıtladığından fatura içeriği ürünlerin doğrudan ya da aracı kanalıyla üreticilerden alındığı kabul edilerek cezalı tarhiyata konu edildiği anlaşılmaktadır. Faturaların biçimsel koşullara uygun olarak düzenlenmesi sevk irsaliyesi, kantar tartı fişine dayanılarak mal girişi kaydedilmesi, bir kısım ödemelerin çekle yapılması, borsaya tescil ettirilmesi gibi işlemler, faturalarda gösterilen ürünlerin gerçekten faturaların düzenleyicisi görünen şahıslardan satın alındığım kanıtlamaya yeterli değildir. Çünkü, gerçeğe aykırı fatura düzenlendiği gibi sevk irsaliyesi de düzenlenebilmesi, işlemlere gerçek görüntüsü verebilmek için anlaşmalı kişilere çekle ödeme yapılıp, daha sonra paranın geri alınması da mümkün olmaktadır. Yine, 5590 Sayılı Yasanın 52. maddesi hükmüne göre borsaya tescil işlemi, kural olarak üzerine tescil yükümlülüğü düşen tarafın başvurusu üzerine beyana dayalı olarak her zaman yapılması mümkün bir işlem olduğundan, tescil işlemi, tescile konu ürünün gerçekten satın alındığının kanıtı sayılamaz. Faturada satıcı olarak görünen firma ve şahıslardan fatura içeriği ürünün satırı alınmadığının ortaya konulması halinde normal ve mutad olan uygulamaya göre üreticilerden alındığının kabulü gerekir. Bu bakımdan; mahkemece, uyuşmazlık konusu dönemde davacının fatura aldığı şahıs ve firmalara ilişkin olarak inceleme raporundaki tespitler firma ve şahısların gerçek anlamda tacir olup olmadıkları, faturaların gerçek mal karşılığında düzenlenip düzenlenmediği araştırılarak irdelenmeksizin davacının sadece muhasebesinin işleyiş şekli, faturaların biçemsel kurallara uygunluğu, ödemenin çekle yapıldığı ürünün üreticiden alındığının kanıtlanmadığı gerekçesiyle tarhiyatın terkini yolunda karar verilmesinde hukuka uygunluk görülmemiştir. Diğer taraftan, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 11. maddesinin 1. fıkrasında yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanların, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili ödevlerini yerine getirmekten sorumlu olduklarım, maddeye 3239 Sayılı Kanun'la eklenen 3. fıkrasında da, mal alım ve satımı ve hizmet ifası dolayısıyla vergi kesintisi yapmak ve vergi dairesine yatırmak zorunda olanların bu yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde verginin ödenmesinden, alım satıma taraf olanlar ile hizmetten yararlananların aralarında zımnen dahi olsa irtibat olduğu tespit olunanların müteselsilen sorumlu olacakları öngörülmüştür. Anılan kanun maddesinin birinci fıkrası ile doğrudan vergi kesintisi yapmak zorunda olanlara, üçüncü fıkra hükmü ile de vergi kesintisi yapmak zorunda olanlarla alımsatım veya hizmet ilişkisinde bulunması nedeniyle vergi kesintisinden asıl sorumlu ile birlikte müteselsilen sorumlu olanlara ilişkin düzenleme getirilmiş olup, müteselsil sorumluluğun ancak vadesi gelmiş olmasına karşın ödenmemiş vergi borçlarının tahsili amacına yönelik olarak öngörüldüğü düşünülemez. Sorumluluğun müteselsilen olmasından vergi idaresine vergi alacağı için alımsatım ve hizmet ilişkisindeki sorumluların her birini ayrı ayrı veya birlikte takip olanağı vermesi a maçladığından mahkemenin olayda kesinleşen ve ödenmesi gereken bir vergi borcu olmadığından müteselsil sorumluluktan söz edilemeyeceği yolundaki gerekçesinde de yasal isabet bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile içel Birinci Vergi Mahkemesi kararının bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.