Okunma Sayısı : 8606
   
Sizden Gelenler - TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI UYGULANAN VERGİ POLİTİKALARI ve GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ II
Yayımlanma Tarihi: 1.03.2006
 
TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI UYGULANAN VERGİ POLİTİKALARI ve GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ II
 
2. Kurumlar Vergisi ve Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
 
               Ülkemizde kurumlar vergisi, artan oranlı olarak uygulanan bir vergi değildir, tek oranlı bir vergidir. Ülkemizde henüz ne sermaye piyasasının ne de sermaye ortaklarının yeterince gelişmediği, orta gelirlilerin birikimlerinin hisse senetlerine yönelmediği toplum içinde daha çok aile ortaklıklarının yaygın bulunduğu ve büyük şirketlerin de yaklaşık 100 aile tarafından işletildiği düşünülürse, kurumlar vergisinin gelir dağılımı üzerinde düzeltici etkileri olup olmadığı tartışma konusu olmaktadır.
 
Ancak yine de kurumlar vergisinin kapsamına giren kuruluşların, aile ortaklığı, halka açık anonim ortaklıklar ve kamu ekonomik kuruluşları oluşuna göre gelir dağılımının değişik ölçülerde etkilendiğini kabul etmek gerekir. Buna göre, aile ortaklıklarının kurumlar vergisi kapsamına girmesi, yüksek gelirli grupların ek bir vergi ödemesini zorunlu kılacağından gelirin yeniden dağılımını da olumlu yönde etkilediği düşünülür. Buna karşılık halka açık anonim ortaklıklarda, ortaklar genel olarak düşük ya da orta gelirli gruplar olacağından ters yönde ve olumsuz etkiler doğuracağı söylenebilir. Öte yandan kamu ekonomik kuruluşlarının bu vergi kapsamına girmesi, haksız rekabetin önlenmesi ve eşitlik ilkesinin bir sonucu olmakla birlikte, bu vergi eninde sonunda söz konusu kuruluşların hizmetlerinden yararlananlara yansıyacaktır. Buna göre bu hizmetlerden yararlananlar daha çok az gelirli gruplar ise, düzeltici etkilerin yine azalacağı ve olumsuz yöne dönüşeceği söylenebilir. (İnce, 1978:145) Yukarıda da belirttiğmiz üzere Türkiye’deki büyük şirketler yaklaşık 100 aile eliyle yönetilmektedir. Bu durumda yüksek ve dilim usulune göre artan oranlı bir kurumlar vergisi uygulamasının gelir dağılımı üzerinde düzeltici etkileri olacağı düşüncesindeyiz.
 
            Ülkemizde kurumlar vergisinin GSMH, vergi gelirleri, gelirden alınan vergiler içindeki payını gösteren Tablo 6 değerlendirilerek, kurumlar vergisinin gelir dağılımı üzerindeki etkileri incelenecektir.
 
        TABLO- 6 : Kurumlar Vergisinin GSMH-Vergi Gelirleri-Gelirden Alınan Vergiler İçindeki Payı 1980-2003 (%)                                                   (Milyar TL)
 
Yıllar
GSMH (*)
Vergi Gelirleri (**)
Gelirden Alınan Vergiler
Kurumlar Vergisi
Kurumlar Vergisi/ GSMH %
Kurumlar V./Vergi gelirleri %
Kurumlar Vergisi./ Gelirden alınan V.
1980
4.435.1
749.8
463.8
36.8
0.8
4.9
7.9
1986
39.369.5
5.972.0
3.106.0
949.2
2.4
15.9
30.6
1988
100.582.2
14.231.8
6.918.5
2.117.6
2.1
14.9
30.6
1989
170.412.4
25.550.3
13.468.5
3.597.8
2.1
14.1
26.7
1990
287.254.2
45.399.5
23.245.9
4.636.9
1.6
10.2
19.9
1991
453.206.5
78.642.8
40.418.5
7.063.2
1.6
9.0
17.5
1992
779.462.2
141.602.1
70.133.7
10.077.6
1.3
7.1
14.4
1993
1.997.322.6
264.272.9
125.792.9
19.131.8
1.0
7.2
15.2
1994
3.887.902.9
587.760.2
246.579.5
43.975.8
1.1
7.5
17.8
1995
7.854.887.0
1.085.415.0
435.865.0
103.211.0
1.3
9.5
23.7
1996
14.978.067.0
2.244.094.0
864.934.0
189.330.0
1.2
8.4
21.9
1997
29.393.262.0
4.745.484.0
1.896.483.0
396.238.0
1.3
8.3
20.9
1998
53.012.781.0
9.228.596.0
4.230.135.0
748.383.0
1.4
8.1
17.6
1999
78.282.967.0
14.802.279.9
6.537.403.0
1.549.525.0
1.9
10.5
23.7
2000
125.596.129.0
26.503.698.3
10.503.316.0
2.356.787.0
1.8
8.9
22.4
2001
176.483.953.0
39.735.928.7
15.647.635.0
3.675.665.0
2.0
9.3
23.4
2002
273.463.168.0
59.631.868.1
19.343.160.0
5.575.495.0
2.0
9.3
28.8
2003
356.680.888.0
84.316.169.0
25.709.106.0
8.645.345.0
2.4
10.3
33.6

Kaynak:2004 Vergi İstatistikleri Yıllığı, 2004 Yıllık Ekonomik Rapor
(*)   Alıcı Fiyatlarıyla
(**) Yalnız Genel Bütçe Vergi Gelirlerini Kapsamaktadır
 
            Kurumlar vergisi elde ettiği en düşük değere 1980 yılında ulaşmıştır. Bu yıl için vergi yükü %1’i bile yakalayamayan bu verginin, vergi gelirleri içindeki payı %4,9 iken, gelir üzerinden alınan vergiler içindeki payı ise %7,9 gibi çok düşük oranlarda kalmıştır. Bu oran 1981 yılından itibaren yükseliş içine girerek 1986 ve 1988 yılında %30,6 ile o dönemde en yüksek değerine ulaşmıştır. 1989 yılında ise 1988 yılına oranla yeniden düşüş başlamış ve kurumlar vergisinin vergi gelirleri içindeki oranı en düşük değerini 1992 yılında %14,4 ile almıştır. Kısaca 1988 yılından itibaren düşüş içinde olan kurumlar vergisi gelir üzerinden alınan vergiler içindeki %30’luk payı 2003 yılında yakalayabilmiştir.
 
            1981 yılından itibaren kurumlar vergisindeki artışın nedeni, bu dönemde gerçekleştirilen peşin vergi uygulaması ve kurumlar vergisi oranının yükseltilmesidir. Ülkemizde kurumlar vergisi oranı 1980 yılına kadar %25 olarak uygulanmış, 1980 yılında %50’ye çıkarılmıştır. 1981’de %40’a indirilen bu oran, 1986 yılında %46’ya çıkarılmıştır. Bu düzenlemelere rağmen 1980’li yılların son yarısıyla, 1990’lı yılların ilk yarısı karşılaştırıldığında (hem GSMH’ya, hem vergi gelirlerine, hem de gelirden alınan vergilere oranla) %100’e ulaşan farklar olduğu görülmektedir. Örneğin, GSMH içindeki payı 1986 yılı için %2,4 iken 1993 yılında %1’e düşmüştür. Vergi gelirleri içindeki payı ise aynı yıllar için %15,9’dan %7,2’ye, gelirden alınan vergiler içindeki payı ise %30,6’dan %15,2’ye gerilemiştir. 1992 yılından 1999 yılına kadar kurumlar vergisinin GSMH içindeki payı %1,3 ile %1,4 arasında değişmiş, 1999 yılından itibaren artış göstermiştir. 2001 yılı sonrasında GSMH içindeki payı %2 civarında olmuştur.
 
            Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren kurumlar vergisinde istisna ve muafiyet kapsamı genişletilmiştir. Kapsamın genişletilmesine rağmen, bu dönemde kurumlar vergisi tahsilatının arttığı göze çarpmaktadır. Bunun nedeni ise, kurumlar vergisi oranının yükseltilmesi ve İktisadi Kamu Müesseselerinin bu dönemde iç talebi kısmak ve finansman sağlamak amacıyla fiyat artışlarına giderek karlarını yükseltmeleri sonucu ödedikleri kurumlar vergisinin artmasıdır. İktisadi Kamu Müesseseleri en yüksek vergi ödemesini 1985 yılında yapmıştır. Sonuç olarak istisna ve muafiyet şeklinde sağlanan tüm vergisel bağışıklıklar, özel kesim kuruluşlarının kazançlarını vergi dışı bırakmaya yönelik olmuştur.
 
            1980 sonrası dönemde kurumlara tanınan vergisel ayrıcalıklar neticesinde, kurumların vergi yükü önemli ölçüde düşürülmüştür. Vergi oranlarını düşürmek ve yatırımları teşvik etmek amacıyla uygulamaya konulan birçok istisna, muafiyet ve indirime bağlı olarak düz oranlı olan kurumlar vergisi oranı düşük düzeylerde kalmıştır. Yatırım indirmi, iştirak kazançları istisnası, aktife kayıtlı gayrimenkullerin satılması vb. vergi istisna ve muafiyetlerinden yararlanamayan küçük ve orta ölçekli işletmeler yüksek vergi yüküyle karşılaşmıştır. Rantların ve spekülatif kazançların vergi dışı kalması, vergi yükünün diğer kesimler üzerine kaymasına neden olmuştur. Uzun süreli teşvik koşulları, firmalar arasında rekabet koşullarında farklılık yaratmış ve gelir dağılımını, teşvik uygulamalarından yararlanan kesim lehine değiştirmiştir. Bu dönemde verilen vergisel teşviklerin süreklilik arzetmesi neticesinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır.
 
            Türkiye’de uygulanan vergisel ayrıcalıklardan yararlananların sayısı az, buna karşılık sağladıkları vergisel avantajları büyüktür. Vergisel ayrıcalıkların önemli boyutlarda olması, bunlardan yararlanacak kişi ve kuruluşların daha az vergi ödeme çabası içine girmelerine ve yaptıkları tüm işleri yasal belgelerle kılıfına uydurmaya çalışmalarına yöneltmektedir. İstisna ve muafiyetlerin yaygınlaşması, vergi alanını daraltmanın yanı sıra bu ayrıcalıklardan yararlanamayan kesimin kendilerini vergileme kapsamı dışına çıkartmak için çeşitli yollara (vergiden kaçınma ve vergi kaçırma) başvurmalarına yol açmaktadır. İstisna, muafiyet ve indirim şeklindeki bu ayrıcalıklar, vergi yasalarını işlemez hale getirmektedir.  
 
            1986 yılından itibaren sermaye şirketleri ortaklarının kar payları, gelir vergisi kapsamı dışına çıkarılmıştır. Gelir ve kurumlar vergisini fiilen birleştiren bu uygulama, kurum ortaklarına çok büyük vergi avantajları sağlamıştır. Günümüzde ise şirket ortakları 4842 sayılı yasa ile yapılan değişiklikler sonucu elde ettikleri kar payının bir kısmını beyan etmektedirler. Ancak bu uygulama elde edilen kar payının bir kısmının gelir vergisinin konusu dışında bırakılması nedeniyle gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkileri ortadan kaldırmakta pek etkili olamamaktadır.            
           
            Kurumlar vergisinde 1990 sonrası yaşanan düşüşlerin nedeni, verginin mali araç olma özelliğini kaybederek indirim ve istisnalar yoluyla ekonomik bir araç olarak kullanılmasıdır. (Ercan, 1994:20) Kurumlar vergisinin vergi gelirleri içindeki payı; 2001 yılında %9,3’e yükselirken, 2002 yılında bu seviyesini korumuş, 2003 yılında %10,3’e yükselmiştir. Ancak bu oranlar dikkate alınırken kurumlar vergisinin büyük bir kısmının Tüpraş, Petkim, TCMB, Tekel vb. kamu kurumları tarafından ödendiği de gözönüne alınmalıdır.
 
            Bu dönemde kurumlar vergisinde yer alan ve ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla uygulanan indirim (örneğin, yatırım indirimi), istisna ve muafiyetlerden kaynaklanan vergi kayıplarına Devlet ve Hazine katlanmıştır. Bu tür indirimler aynı zamanda vergi adaletine ve gelir dağılımına olumsuz yönde etki etmiştir. Ayrıca çok sayıdaki indirim, istisna ve muafiyetler vergi idaresinin işini daha çok zorlaştırmıştır. Bu indirimlerden faydalanacak kesimin bu yatırımları yapacak kadar yüksek geliri mevcuttur. Bu nedenle bu yüksek gelirli kesim geliri düşük olan kesime oranla daha iyi duruma gelmektedir. Bunun dışında Hazinede indirim ve istisnalardan kaynaklanan gelir azalışını telafi yoluna gidildiğinde, düşük gelirlilerin vergi yükünü artırmakta ve gelir dağılımını daha da bozmaktadır. Ayrıca benzer müteşebbisler arasında da indirimden yararlananlara oranla, yararlanamayanların aleyhine gelir dağılımı bozulmaktadır. (İl, 1988:84)  
             
            Türkiye’de ayırma prensibinin bir aracı olarak getirilen kurumlar vergisinin gerekçelerini yok eden en önemli gelişme, kurumlar vergisinin de yansıtılabilir olmasıdır. Bu vergi, şirketler için bir maliyet unsuru olarak kabul edilip uzun dönemde fiyatlar yoluyla yansıtılabilmektedir. Ülkemizde kurumlar vergisinin yansıtılamadığını kabul etsek dahi, çeşitli muafiyet ve istisnalardan dolayı ve kurumlar vergisinin büyük bir kısmının kamu kurumları tarafından ödendiği de gözönüne alındığında, kurumlar vergisinin gelir dağılımına olumlu etkisi ortadan kalkmakta ve gelir dağılımı üzerindeki etkisi olumsuz olmaktadır.
 
            Türkiye’de kurum kazançları amaçlananın aksine kişi kazançlarından daha düşük vergilenmiş ve bunun sonucu olarak da sermaye şirketine dönüşüm hızlanmış, sermaye şirketlerinden beklenen küçük tasarrufların birleşmesi sonucunda maliyetlerin düşerek, verimliliğin artması sermayenin anonimleşmesi gibi sosyo-ekonomik amaçlar gerçekleştirilememiştir. (Baskın, 1986:18) Ticari ve sınai faaliyette bulunanlar arasında da vergisel açıdan gelir dağılımı eşitsizlikleri vardır. Bu faaliyette bulunanların şahıs şirketi olması durumunda birtakım harcamalarını, gelir unsurlarını tespit ederken gider yazamamaktadırlar. Oysa kurumsallaşma olduğu zaman aynı nitelikteki harcamalar gider yazılıp vergi matrahından düşülebilmektedir. Bunun dışında sermaye şirketleri başka bir kuruma ortak olursa iştirak kazançları istisnasından yararlanabilirler, oysa şahıs şirketlerine böyle bir ayrıcalık tanınmamıştır. Bu durumda kurumlar vergisi yatay vergi adaletini bozucu etkiler yaratmaktadır.
 
              TABLO- 7 : Kurumlar Vergisinin Toplam Vergi Gelirleri İçindeki Payı    
      
ÜLKELER 
1980
1985
1990
1995
2000
2001
2002
Kanada
11,6
8,2
7,0
8,2
12,2
8,9
10,1
ABD
10,8
7,5
8,9
10,3
8,7
6,6
6,7
Avustralya
12,2
9,4
14,1
14,8
20,3
15,2
16,8
Japonya
21,8
21,0
21,6
15,3
13,5
12,7
12,2
Kore
11,0
11,4
13,9
12,3
14,1
12,3
12,8
Yeni Zellanda
7,8
8,3
6,4
12,0
11,7
11,3
12,1
Avusturya
3,5
3,5
3,6
3,7
4,7
6,9
5,1
Belçika
5,1
5,5
5,7
6,2
8,0
7,8
7,6
Danimarka
3,2
4,8
3,2
4,0
4,8
6,3
5,8
Finlandiya
3,4
3,4
4,5
5,0
12,5
9,4
9,3
Fransa
5,1
4,5
5,3
4,8
6,9
7,6
6,6
Almanya
5,5
6,1
4,8
2,8
4,8
1,7
2,9
Yunanistan
3,8
2,7
5,5
6,3
12,1
10,3
10,4
Macaristan
-
-
-
4,5
5,7
6,1
6,2
İzlanda
2,5
3,1
2,8
3,0
3,7
4,4
3,0
İrlanda
4,5
3,2
5,0
8,5
11,7
12,0
13,1
İtalya
7,8
9,2
10,0
8,7
6,8
8,4
7,6
Lüksemburg
16,2
17,7
15,8
17,7
17,9
18,5
20,5
Hollanda
6,6
7,0
7,5
7,5
10,1
10,3
8,8
Norveç
13,3
17,2
9,0
9,2
20,9
20,7
18,9
Polonya
-
-
-
7,7
7,6
5,8
6,3
Portekiz
-
-
8,0
7,4
11,3
10,0
-
Slovak Cum.
-
-
-
-
8,3
6,8
8,2
İspanya
5,1
5,2
8,8
5,4
8,6
8,1
9,1
İsveç
2,5
3,5
3,1
5,8
7,5
5,7
4,8
İsviçre
5,8
6,8
7,6
6,6
9,0
10,2
8,8
Türkiye
4,1
9,5
6,7
6,7
7,3
6,8
7,1
İngiltere
8,4
12,6
9,8
7,9
9,7
9,5
8,1
OECD Toplam
7,6
8,0
8,0
8,0
10,0
9,4
9,3
OECD Amerika K.
11,2
7,9
8,0
9,2
10,5
7,7
8,4
OECD Pasifik Böl.
13,2
12,5
14,0
13,6
14,9
12,9
13,5
OECD Avrupa
5,9
7,0
6,7
6,9
9,1
8,9
8,6
AB 19
5,8
6,4
6,7
7,0
8,9
8,5
8,5
AB 15
5,8
6,4
6,7
6,8
9,2
8,8
8,6

 
                 Kaynak: Vergi İstatistikleri Yıllığı, T.C. Maliye Bakanlığı, 2004
 
            Kurumlar vergisinden elde edilen gelirin toplam vergi gelirleri içindeki payını diğer ülkelerle birlikte gösteren Tablo 7’de görüldüğü üzere, 1980 yılında kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı Türkiye’de %4,1 iken 1985 yılında %9,5’e yükselmiş, bu yıldan itibaren %6-7 arasında seyretmiştir. 1985 yılındaki artışların nedeni yukarıda da belirtildiği üzere, İktisadi Kamu Müesseselerinin yaptığı yüksek vergi ödemeleridir. Avrupa ve OECD ülkelerinde kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı tablodan da görüleceği üzere 1980-2002 arasında Türkiye’den yüksek düzeylerde seyretmiştir.
 
            1980 sonrası uygulanan vergi politikaları ile dolaysız vergiler içinde olan kurumlar vergisinin vergi tabanı, geniş muafiyet ve istisnalarla daraltılmıştır. Vergi sisteminin, istisna ve muafiyetler nedeni ile tabanı daraldıkça, vergi kaçağı da önlenemez boyutlara ulaşmış ve kamu borçlanma gereksinimi artarak hem fiyatlar genel düzeyi hem de faiz haddi üzerinde devamlı bir baskı oluşmuştur. (Kazgan ve diğerleri, 1992:115) Bu durum gerek yatay gerekse dikey vergi adaleti açısından, bölüşüm üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Kısaca Türkiye’de 1980 sonrasında uygulamaya konan vergi politikalarının önemli bir aracı olan kurumlar vergisinin gelir dağılımını düzeltici etkisinden bahsetmek mümkün değildir.
 
B. Servet Üzerinden Alınan Vergiler ve Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi                                  
            1.  Servet Üzerinden Alınan Vergiler
                     
           Vergi politikalarında esas olarak yüksek bir vergi hasılatının sağlanması ya da sosyo-ekonomik politikaların gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Ülkemizde bu amaca dayanan bir vergi sisteminin benimsenmiş olmasının bir uzantısı olarak servetin, vergi ödeme gücünün önemli bir göstergesi olduğu kabul edilmiştir. Bu kabulun bir sonucu olarak, servetin vergilendirilmesi yoluna gidilmektedir. Gelir kadar servet de ödeme gücünün göstergesidir. Gelir vergisinde olduğu gibi, ferdin belli bir devrede elde ettiği mal ve hizmet akımı değil, fakat belirli bir anda sahip olduğu iktisadi mal varlığı vergilendirilmiş olmaktadır. Servet vergileri; bireyin sahip olduğu servet ya da sahip olduğu servetin el değişimi dolayısıyla alınan bir grup vergiden oluşmaktadır.     
 
            Ülkemizde alınan servet vergileri emlak vergisi (bina-arazi), motorlu taşıtlar vergisi, veraset ve intikal vergisidir. Bunlardan ilki olan emlak vergisi, en önemli servet unsurları arasında yer alan bina, arazi ve arsaları vergilendirmeye yönelik olup, servet unsurlarının değeri ve getirdiği irat üzerinden vergilendirme olanağı veren bir vergidir.
 
Servet unsuru sayılan motorlu taşıtlar üzerinden alınan motorlu taşıtlar vergisi,  ülkelerin gelişmişlik düzeylerine, vergi konularının seçimindeki politikalara ve devletin fon ihtiyacına bağlı olarak izlenen strateji ve yoğunluk açısından ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Motorlu taşıtların değerleri ya da ağırlık, güç, yaş ve nitelikleri dikkate alınmak suretiyle tarifeleri düzenlenen bu vergilerde; aracın yaşı arttıkça vergi azalmakta, ağırlık veya güç arttıkça vergi yükselmektedir. Motorlu taşıtlar vergisi, otokontrollü bir mekanizma içerisinde uygulanmak istendiğinden, taşıt kimin adına tescilli ise o kişiden  alınmaktadır. 
 
            Veraset ve intikal vergisi ise, ölüme bağlı (miras, vasiyet) ve hayattaki (bağış) karşılıksız tasarrufları vergilendiren bir vergidir. Verginin bu iki durumda birlikte uygulanması zorunludur. Zira yalnızca biri uygulanacak olursa, ölüme bağlı tasarruflar hayatta iken ya da hayatta iken yapılan tasarruflar ölüm halinde yapılır. Veraset ve intikal vergisi, tasarrufları azaltıcı yönde etki yaparak fertlerin tüketim ve tasarruf arasındaki tercihlerini etkiler. Fertler arttırdıklarının ölüm halinde vergileneceğini düşünürlerse geride bir şey bırakmamayı ve tüketimi arttırmayı düşünebilirler. (Batırel, 1990:174)
 
2. Servet Üzerinden Alınan Vergilerin Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri
 
            Servet vergilerinin toplumun düşük gelirli kesimleri üzerinde “sosyal teskin edici” etkisi olup, bu etki gelir dağılımında adaletsizliğin ciddi boyutlarda olduğu ülkelerde daha büyüktür. Bir ülkede gelir dağılımının dengesiz olduğu durumlarda gelir seviyesi yüksek kişiler veya haneler tarafından tasarruf yapılması söz konusu olacağından, bu grubun serveti de artacak ve gelir dağılımı yüksek gelirli gruplar lehine bozulacaktır. Buna karşın ücretli çalışan ve küçük serbest meslek sahipleri gibi alt-orta gelir gruplarının gelirleri düşük olduğu için bu grupların marjinal ve ortalama tüketim eğilimleri de yüksek olup, tasarruf yapma dolayısıyla servet birikiminin oluşması imkanı olmayacaktır. Böylece düşük gelir-düşük servet-yeniden düşük gelir şeklinde oluşan bir kısır döngü süregelecektir. Dolayısıyla tüm bu etkenler nedeniyle servet artışının büyük bölümü, yüksek gelir gruplarının elinde olacaktır. Bu durumda gelir dağılımında ortaya çıkan dengesizliklerin önemli nedenlerinden birisi, servet dağılımının dengesiz olmasıdır. Gelir dağılımında servete bağlı olarak ortaya çıkan dengesizliğin giderilmesinde arazi, bina gibi belirli bir servet üzerinden alınan ve dolaysız olan servet vergileri önem kazanmaktadır. Bu vergilerle gerçek ve tüzel kişilerin tüm servetleri vergilendirilmekte olup, değer artışları ve veraset vergileri, istisnai servet vergileri biçiminde alınmaktadır.           
           
Servet artış vergileri, ekonomik konjonktürden kaynaklandığı zaman fazla tepkiyle karşılanmamakta ve servetin değerinde ortaya çıkan artış, gelir dağılımını servet sahibi lehine değiştireceği için, servetten alınan vergiler bu adaletsizliği gidermektedir. Aksi takdirde, servet dağılımındaki dengesizliğe bağlı kişisel gelir dağılımı adaletsizliği daha da artacaktır. Servet üzerinden yıllık olarak alınan servet vergileri, hem devletin finansal ihtiyaçlarını hem de yatay ve dikey vergi adaletini sağlayıcı yönde kullanılabilmektedir. Servetten alınan vergiler, hem servet dağılımını düzenlemekte hem de gelir dağılımında adaleti sağlamakta etkili olmaktadır. Ülkemizde servetten alınan vergilerin GSMH ve vergi Gelirleri içindeki payı Tablo 8 yardımı ile değerlendirilerek, servet üzerinden alınan vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi incelenmiştir.
 
            Servet vergilerinin, vergi gelirleri içindeki payı Tablo 8’de görüldüğü üzere, 1993 yılına kadar yaklaşık %1 iken, 1994 yılında oldukça fazla artarak %6,3’lere ulaşmıştır. Bu artışın nedeni ise şirketlerin bilanço aktif toplamları üzerinden tek seferlik alınan net aktif vergisinin servet vergileri içinde yer almasıdır. 1995 yılından itibaren vergi gelirleri içindeki payı tekrar düşen servet vergileri %1’lere kadar gerilemiştir. 1999 yılından itibaren servet vergilerinde artış gözlenmektedir. 2003 yılında da bina ve arsaların vergiye esas değeri artırıldığı için, servet vergilerinde dikkate değer bir artış görülmüştür.
 
          TABLO- 8 : Servetten Alınan Vergilerin GSMH-Vergi Gelirleri İçindeki Payı (1990-2003)                                                                                       (Milyon TL)        
                                                                                                                                                              
YILLAR
GSMH (*)
VERGİ GELİRLERİ (**)
SERVETTEN ALINAN VERGİLER
SERV.VERG./ GSMH (%)
SERV.VERG./VERGİ GELİR. (%)
1990
397.177.547.4
45.399.534.3
410.847.8
0,11
0,9
1991
634.392.841.1
78.642.770.2
675.160.1
0,12
0,8
1992
1.103.604.908.9
141.602.093.8
1.258.451.5
0,12
0,8
1993
1.997.322.597.4
264.272.936.4
2.531.330.3
0,11
0,9
1994 (1)
3.887.902.916.5
534.888.082.4
5.001.278.0
0,12
0,9
1994 (2)
3.887.902.916.5
587.760.247.7
37.153.780.5
0,95
6,3
1995
7.854.887.166.7
1.085.415.504.0
8.750.785.3
0,11
0,8
1996
14.978.067.000.0
2.244.094.000.0
18.644.000.0
0,12
0,8
1997
29.393.262.000.0
4.745.484.000.0
35.487.000.0
0,12
0,7
1998
53.012.781.000.0
9.228.596.000.0
72.694.000.0
0,13
0,8
1999
78.282.967.000.0
14.802.279.900.0
178.235.000.0
0,22
1,2
2000
125.596.129.000.0
26.503.698.300.0
346.646.000.0
0,27
1,3
2001
176.483.953.000.0
39.735.928.700.0
433.284.000.0
0,24
1
2002
273.463.168.000.0
59.631.868.100.0
734.338.000.0
0,26
1,2
2003
356.680.888.000.0
84.316.169.000.0
2.092.062.000.0
0,58
2,4

 Kaynak: 2004 Vergi İstatistikleri Yıllığı, 2004 Yıllık Ekonomik Rapor
(*)   Cari Fiyatlarla 
(**) Yalnız Genel Bütçe Vergi Gelirlerini Kapsamaktadır.
(1)     : EDV, NAV. ve EMTV. Hariç    
(2)     : EDV, NAV. ve EMTV. Dahil
      
            Servetin tescili gereken mallardan oluşması nedeniyle vergi kapsamına dahil edilmemesi gibi bir sorun doğmamakla birlikte, ülkemizde servetin doğru değerlendirilmesiyle ilgili sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye’de enflasyon oranlarının çok yüksek rakamlara ulaşmasından dolayı, emlağın kayıtlı olduğu değeri rayiç bedelinin çok altında kalmaktadır. Bu yüzden alınan verginin reel değeri azalmaktadır. Bu da enflasyondan dolayı değeri artan servet mallarının vergi dışı kalması anlamına gelmektedir. (İTO, 1989/15:63) Bunun sonucu olarak, servet sahibi olanlar, servetlerinde artış olduğu halde bu artışa yönelik vergi vermemekte ve gelir dağılımı mülk sahibi olmayanlar aleyhine bozulmaktadır.
 
            Bu yanlış uygulamayı ortadan kaldırmak amacıyla, vergi kanunlarında 4369 Sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, emlak vergisi beyanlarına her yıl yeniden değerleme oranında artış zorunluluğu getirilmiştir. Ancak, bu uygulama ile emlağın değeri, gerçek değerinden daha fazla arttığından, 4444 Sayılı Kanunla tekrar bir düzenlemeye gidilmiş ve emlak değerinin yeniden değerleme oranının yarısı kadar arttırılması öngörülmüştür. Bu uygulamaya günümüzde hala devam edilmektedir.
           
            Bir diğer servet vergisi türü olan istisnai servet vergileri, genelde olağanüstü hallerde (savaş, kriz gibi) devletin gerekli harcamaları yapabilmesi için alınmaktadır. Bu durumda, söz konusu verginin yüksek gelir gruplarından alınması nedeniyle kişisel gelir dağılımını olumlu yönde etkileyeceği ifade edilebilir.
 
            Gelir dağılımında ortaya çıkan adaletsizliklerin en önemli nedenlerinden birisi de servet dağılımındaki dengesizlikler olup, bu dengesizlikler tasarruf yoluyla oluşan ve miras yoluyla aktarılan servet nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’de, düşük gelir gruplarının elinde bulunan servet özellikle de toprak, hızlı nüfus artışı ve ivazsız intikaller ve miras paylaşımı ile parçalanmakta ve bu servetin zamanla yüksek gelir gruplarının eline geçmesi nedeniyle mülksüzleşme süreci yaşanmaktadır. Bu durum gelir dağılımında adaletsizliğe yol açan önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
                 
TABLO-9: Servet Vergisinin Toplam Vergi Gelirleri İçindeki Payı (1980-2002)
 
 ÜLKELER
1980
1985
1990
1995
2000
2001
2002
Kanada
9,1
9,3
10,0
10,7
9,5
9,9
9,8
Meksika
1,9
0,5
1,5
1,8
1,4
1,5
1,7
ABD
10,7
10,7
11,5
11,1
10,1
10,7
11,9
Avustralya
7,8
7,8
9,0
8,8
8,8
8,8
9,0
Japonya
8,2
9,7
9,1
11,7
10,3
10,3
10,8
Kore
8,0
9,1
12,8
14,8
12,4
11,4
12,7
Yeni Zelanda
7,9
7,4
6,8
5,3
5,4
5,2
5,0
Avusturya
2,9
2,4
2,7
1,5
1,3
1,3
1,3
Belçika
2,4
1,8
2,7
2,5
3,4
3,2
3,1
Çek Cum.
-
-
-
1,4
1,4
1,5
1,5
Danimarka
5,5
4,2
4,2
3,5
3,3
3,4
3,5
Finlandiya
1,9
2,7
2,4
2,2
2,4
2,3
2,4
Fransa
4,8
5,8
6,3
7,8
7,3
7,3
7,5
Almanya
3,3
3,0
3,4
2,8
2,3
2,3
2,3
Yunanistan
4,6
2,7
4,6
4,1
6,2
5,2
4,7
Macaristan
-
-
-
1,2
1,7
1,8
1,9
İzlanda
6,3
7,3
8,5
9,0
7,1
7,0
7,4
İrlanda
5,3
4,0
4,7
4,5
5,5
5,7
5,3
İtalya
3,7
2,5
2,3
5,6
4,6
4,4
5,1
Lüksemburg
5,7
5,6
8,3
7,0
10,7
9,7
8,0
Hollanda
3,6
3,5
3,7
4,1
5,3
5,2
5,3
Norveç
1,7
1,9
2,9
2,8
2,2
2,2
2,3
Polonya
-
-
-
2,8
3,2
3,9
4,3
Portekiz
1,4
1,9
2,7
3,8
3,5
3,6
3,4
Slovak Cum.
-
-
-
-
1,6
1,7
1,6
İspanya
4,6
3,5
5,5
5,5
6,4
6,4
6,6
İsveç
0,9
2,3
3,5
2,7
3,4
3,1
3,2
İsviçre
7,4
9,3
8,9
8,2
9,3
9,0
8,6
Türkiye
5,4
4,6
2,3
3,0
3,2
2,4
2,9
İngiltere
12,0
12,0
8,8
10,5
11,5
11,4
12,0
OECD Toplam
5,3
5,2
5,7
5,5
5,5
5,4
5,5
OECD Amerika K.
7,2
6,8
7,7
7,9
7,0
7,4
7,8
OECD Pasifik Böl.
8,0
8,5
9,4
10,1
9,2
8,9
9,4
OECD Avrupa
4,4
4,3
4,7
4,4
4,6
4,5
4,5
AB 19
4,2
3,9
4,4
4,1
4,5
4,4
4,4
AB 15
4,2
3,9
4,4
4,6
5,1
5,0
4,9

  
      Kaynak: Vergi İstatistikleri Yıllığı, T.C. Maliye Bakanlığı, 2004           
 
            Türkiye’de servet üzerinden yeterince vergi alınamamaktadır. Tablo 8’de görüldüğü üzere, Türkiye’de servet vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı 1980 yılından itibaren sürekli olarak düşüş içine girmiş, 1980 yılında OECD ve Avrupa ülkeleri ile aynı seviyelerde iken 1985 ve sonrasında daha düşük seviyelerde seyretmiştir. Sonuç olarak, Türkiye’de servetin vergilemesi yeterli olmayıp, servet üzerinden alınan vergiler gelir dağılımında adaletsizlikleri giderici etkiler yaratmamaktadır.
 
             C. Harcamalar Üzerinden Alınan Vergiler ve Gelir Dağılımı  Üzerindeki Etkisi
 
         Türkiye’de harcamalar üzerinden alınan vergilere örnek olarak Katma Değer Vergisi ve Özel Tüketim Vergisi gösterilebilir. Bu vergiler  aynı zamanda dolaylı vergilerin esasını teşkil etmektedirler. Bu nedenle harcamalar üzerinden alınan vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisini, bu vergiler dolaylı vergiler kapsamında olduğu için dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi içerisinde aşağıda ele almayı daha uygun bulduk.            
 
             III. VERGİLERİN DOLAYLI-DOLAYSIZ VERGİLER AYRIMINA GÖRE GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
                                
            Türkiye’de 1980 sonrasında uygulanan iktisadi ve mali programlar, özel kesime kaynak aktararak ve iç talebi kısarak ihracata dönük bir yapısal değişimi öngörmüştür. İç talebi kısma programına destek vermek ve vergi teşviklerinin yol açtığı kaynak kaybını telafi etmek üzere dolaylı vergilere ağırlık verilmiş ve bu uygulama daha sonraki yıllarda sürdürülerek, vergi yükü düşük gelir grupları üzerine kaydırılmıştır.
   
            Ülkemizdeki dolaylı ve dolaysız vergilerin genel bütçe vergi gelirleri içindeki payını gösteren Tablo-10 yardımıyla dolaylı-dolaysız vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi ele alınmıştır. Bu tabloda yer alan dolaysız vergiler; gelirden alınan vergiler ve servetten alınan vergileri kapsamaktadır. Dolaylı vergiler ise, mal ve hizmetlerden alınan vergiler ile dış ticaretten alınan vergileri kapsamaktadır. Dolaylı-dolaysız vergilerin genel bütçe vergi gelirleri içindeki oransal dağılımı incelendiğinde; toplam vergi gelirleri içerisindeki dolaylı vergilerin payının oransal olarak sürekli arttığı ve 2003 yılında %70’e kadar yükseldiği görülmektedir. 1980 yılında dolaysız vergilerin vergi gelirleri içindeki payı %63 iken, 2003 yılında %30’lar seviyesine kadar gerilediği göze çarpmaktadır. Dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payı, 1980 yılında %37, Katma Değer Vergisinin uygulamaya girdiği 1985 yılında %53 ve 2003 yılında %70’ler seviyesine ulaşmıştır. Bunun anlamı, vergi gelirlerinin yaklaşık %70’inin adil olmayan dolaylı vergilerden sağlanıyor olmasıdır. Bu durum vergi sistemimizde dikey adaleti (az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınması) ortadan kaldırmaktadır.
                 
         TABLO – 10 : Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Yüzde Dağılımı
 
Dolaylı Vergilerin-Dolaysız Vergilerin Oransal Dağılımı
Yıllar
Dolaysız Vergiler (%)
Dolaylı Vergiler (%)
1980
63
37
1981
60
40
1982
60
40
1983
57
43
1984
57
43
1985
47
53
 1986
52
48
 1987
50
50
 1988
50
50
 1989
53
47
 1990
52
48
 1991
52
48
 1992
50
50
 1993
49
51
 1994(1)
48
52
 1994(2)
38
62
 1995
41
59
 1996
39
61
 1997
41
59
 1998
47
53
 1999
45
55
 2000
41
59
 2001
40
60
 2002
34
66
 2003
30
70

                       Kaynak: Vergi İstatistikleri Yıllığı, T.C. Maliye Bakanlığı 2004
(1)     EDV. NAV.ve EMTV Hariç 
(2)     EDV. NAV.ve EMTV Dahil
                                          
            Türkiye’de enflasyonist süreçlerin etkisiyle tarife yapılarının yıpranması ve uygulamaya konan yeni vergisel düzenlemeler ile toplam vergi gelirleri içinde dolaylı/dolaysız vergi dağılımı, dolaysız vergiler lehine değişmiştir. 1983 yılından itibaren yapılan indirimlerin ve özellikle yüksek gelir grupları ve sermaye sahiplerine tanınan vergisel ayrıcalıklar nedeniyle dolaysız vergiler toplam vergi gelirleri içerisinde giderek daha az yer tutmaya başlamıştır. Dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içerisinde %50’den fazla bir payı temsil ettiği dönem 1984 yılına kadar sürmüştür. 1985 yılından itibaren Katma Değer Vergisinin uygulamaya girmesiyle durum tersine dönmüştür. Bu arada 1980’lerin ikinci yarısından itibaren hesaba katılması gereken; kamu özel fonlarının vergisel nitelikli gelirlerinin %90’ını aşan kısmının dolaylı vergilerden oluşmasıdır. 1986 yılına gelindiğinde ise gelir ve kurumlar vergileri için bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerle gelir ve kurumlar vergisi tahakkuk ettikleri yıl içinde peşin olarak alınmıştır. Ancak bu durum geçici olmuştur. Bu dönemde dolaysız vergilerde bir artış yaşanmasına rağmen, 1989 yılından itibaren dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı bariz olarak artmaya başlamıştır. Bu durum günümüze kadar devam etmiştir.
 
            1980 sonrası dönemde uygulanan vergi politikaları ile özellikle dolaysız vergilerde vergi tabanı, geniş istisna ve muafiyetlerle daraltılmıştır. Bu dönemde özellikle makine ve teçhizat şeklinde yapılan yatırımlar, bunlara sağlanan teşvik ve yardımlarla desteklenmiştir. Ayrıca dolaylı vergiler içinde yer alan KDV sistemi içinde de vergi ertelemesi ya da istisna şeklinde ihracata yönelik istisna, deniz ve hava taşıtları araçları yapım, onarım ve bunlara yönelik hizmetler istisnası, petrol arama faaliyetlerine yönelik istisna biçiminde teşvik amaçlı, diplomatik amaçlı ve askeri amaçlı bir çok istisna uygulamasına yer verilmiştir. Bu istisnalar da yine gelir düzeyi yüksek olanları korumaya yönelik olmuştur.
 
Yüksek gelirli grupların daha yüksek oranlarda vergilendirilmesine olanak veren dolaysız vergilerin yerini dolaylı vergilere bırakması, vergi sonrası gelirlerin daha da eşitsiz hale gelmesine yol açmıştır. (Kazgan, 1990:12) 1980 sonrasında hükümetlerin Türkiye’de dolaylı vergilere ağırlık vermesi, fonlarda dahil olmak üzere, alt gelir gruplarının satın alma gücünü büyük ölçüde azaltmıştır. Dolaylı vergilerin artması sonucunda vergi yükü artan alt gelir grupları açısından gelir dağılımı adaletsizliği daha da belirginleşmiştir.  
               
            Dolaylı vergilerin tahsilatının kolay yapılması ve siyasal partilerin oy kaygısıyla vergilendirme yapacak öngörüden yoksun olması, dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisindeki payının giderek büyümesine yol açmıştır. 1980 sonrasında dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının artması, gelir dağılımını bozmuştur. Vergi politikası, geliri yeniden dağıtmak yönünden etkili olmuş, fakat beklenenin aksine gelir dağılımını daha da kötüleştirmiştir. (Karluk, 1997:86)    
      
            Dolaysız vergilerin yaygın tabanlı artan oranlı ve yansıma mekanizmalarına uzak duran yapıda olmaları halinde, adil olduklarını söylemek mümkün olabilir. Dolaylı vergiler ise, esas itibariyle harcamalar üzerinden alınan vergiler olduğu için, mali güce göre alınma ilkesine uygun düşmeyen, yükünü daha çok düşük gelirli gruplar üzerinde hissettiren vergilerdir. Dolaylı vergiler, tersine artan oranlı (regresif) bir yapıya sahiptir.
 
            Sonuç olarak, Türkiye’de 1980 sonrasında vergi gelirleri içinde dolaylı vergiler lehine dönüşümün yanı sıra dolaysız vergilerinde yaygın vergi ayrıcalıkları ile vergi tabanı daraltılmış, enflasyon ise düşük gelir gruplarının gelir vergisi tarifesinde çabuk basamak atlamalarına neden olmuştur. Vergi yapısındaki değişmeler dikkate alındığında, dolaylı vergilerin gelir dağılımını bozucu etkisinin yanı sıra dolaysız vergilerin de gelir dağılımını düzeltici etkisinin olduğu söylenemez.
                                                       
 IV. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
 
            Maliye politikası, hükümetlerin hem kısa hem de uzun dönemde gelirin yeniden dağıtımında kullanılabileceği önemli politikalarından birisidir. Toplumda düşük gelirli kesimin gelirini artırarak, gelir grupları arasında adaletsizliği gidermek ve ekonomik kalkınmayı sağlamak gelir dağılımı politikalarının amaçları arasındadır. Devlet maliye politikası araçlarını (gelir, harcama ve borçlanma) kullanarak gelirin yeniden dağılımına yol açar. Maliye politikası araçları içinde yer alan vergi politikası, devletin ekonomik ve sosyal hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve gelir dağılımında adaletsizliğinin giderilmesi açısından etkili politika araçlarından birisidir.
 
            Türkiye’de 24 Ocak Kararları ile başlayan ve günümüze değin uygulanan vergi politikaları gelir dağılımında olumsuz etkiler yaratmıştır. 1980’li yıllara kadar ulusal sanayi, izlenen ithal ikameci sanayileşme stratejisinin etkisiyle, yabancı sermaye rekabetine karşı korunmuştur. Ancak 24 Ocak Kararları ile birlikte ülkede ihracata yönelik üretim yapan sektörler desteklenmiştir. Yüksek faiz ve düşük ücret politikası, bu dönemin önemli karakteristik özelliklerindendir.
          
            1980’li yıllarda uygulanan vergi politikasının sonucu olarak, vergi gelirlerinin kamu harcamalarını karşılama oranı azalmış ve kamu kesimi açığının kapatılması amacıyla, hükümetlerin uyguladığı borçlanma politikası gelir dağılımını düşük gelir grupları aleyhine bozmuştur. Bütçe açığı arttıkça toplam bütçe gelirlerinin büyük bir kısmı iç ve dış borç faiz ödemelerine ayrılmıştır. Borçların geri ödemesi ve yüksek faizli borçlanma, devlete borç verebilen yüksek gelirli kesimin spekülatif alanlara yatırım yapmasına ve spekülatif yatırımlardan elde edilen gelirin vergilendirilmemesi de, bu dönemde uygulanan vergi politikaları ile gelir dağılımında adaletsizliklerin daha da artmasına yol açmıştır.
 
            1980 sonrası dönemde yüksek faiz politikası ile tüketime gidecek fonları tasarrufa yöneltmek ve mevduat artışı sağlamak amaçlanmış iken, geniş kitlelerin reel gelirlerinin geriletildiği bir ortamda, reel gelir getiren yüksek faiz politikası gelir dağılımını daha da bozucu etkiler yaratmıştır. Bu dönemde gelir seviyesi düşen ücretli kesimin, fiyat artışlarının altında yapılan ücret artışları sonucunda reel gelirlerinde düşüşler yaşanmış, GSMH’dan aldığı pay azalmıştır. Ücretlilerin milli gelirden aldığı payın düşmesinin nedenleri; 1980 sonrası sendikacılık ve toplu sözleşme sistemine getirilen kısmi yasaklarla, ücret artış talebinin sınırlandırılmasıdır. Ayrıca göreli olarak düşük gelirli kesimi ifade eden ücretlilerin vergi sonrası gelirlerinde düşüş yaşanırken, yüksek gelirlilerin vergi sonrası gelirlerinde artış yaşanmıştır. 1990’li yılların başında sendikaların çabaları ve siyasi çıkarlarla kamu sektöründe işçi ücretleri ve devlet memurları maaşlarına sağlanan gerçek artışlarında katkısıyla işgücü ödemelerinin milli gelir içindeki payı artarken, yüksek enflasyon nedeniyle reel ücretler aşınmış, artan oranlı vergi tarifesinde nominal ücret artışları nedeniyle yüksek vergi dilimlerinde vergilendirilmesi de ücretli kesimin vergi yükünü artırmıştır. Bu 1980’li yıllardan günümüze kadar olan dönemde uygulanan çeşitli vergi politikalarından kaynaklanmaktadır.
 
Gelir vergisi tarifesi 1980’li yıllardan bu yana artan oranlılığını giderek yitirmiş, adalete katkıda bulunabilecek bir vergi türü adaletsizlik yaratır hale gelmiştir. Bunun nedeni, düşük gelirli olan ücretli kesimin çok geniş olan ve enflasyona göre ayarlanmayan vergi tarifesinin ilk dilimi içinde düz oranlı olarak vergilendirilmeleri ve reel ücretlerde bir değişiklik olmamasına rağmen nominal ücretlerde yaşanan artışlar nedeniyle erkenden artan oranlı basamaklara geçmeleridir. Ayrıca her yıl yapılan tarife değişikliklerinin üst gelir dilimlerine daha düşük vergi oranları getirmesi de artan oranlılığı bozmuştur. Böylece bir yandan gelir dağılımı, stopaj usulüyle vergilendirilen ve vergiden kaçınma olanağı olmayan ücretli kesim aleyhine bozulurken, bir yandan da aynı basamakta bulunan yükümlüler arasında doğan farklılıklar nedeniyle yatay vergi adaleti zedelenmiştir.
 
            Türkiye’de vergileme dar tabanlı gelir ve kurumlar vergisi ile geniş tabanlı katma değer vergisine dayanmakta, servet ise hemen hemen hiç vergilendirilmemektedir. Vergilenmeyen gelir, menkul ve gayri menkul servete ve lüks tüketime harcanmaktadır. Vergi idaresinde ve vergi kanunlarında sürekli olarak hukuki düzenlemelerle yapılan değişikliklere mükellefler uyum sağlamakta zorluk çekmektedirler.
 
            Ayrıca marjinal tüketim eğilimi yüksek olan düşük gelirliler için zorunlu mal ve hizmetlerden alınan ve oranı yüksek olan dolaylı vergiler büyük bir vergi yükü oluşturmuş ve gelir dağılımını olumsuz yönde etkilemiştir. Düşük gelirliler için vergi yükü hafiflemesine neden olabilecek özel indirim tutarları çok düşük miktarlarda belirlenmiş, nominal değerle ifade edildiği için enflasyonun aşındırıcı etkisine terkedilmiş ve en sonunda uygulamadan kaldırılmıştır. Böylece bu kesim lehine uygulanabilecek bir koruma mekanizması da geçersiz kalmıştır. Sonuç olarak, Türkiye’de vergi yükünün adil dağılımını sağlaması beklenen dolaysız vergilerden birisi olan gelir vergisinin, eşitsizliği daha da bozduğu, yatay ve dikey adaletin bu gelir vergisi tarifeleri ile gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı söylenilebilir.
           
            Bu uygulamalara ek olarak, yatırım indirimi, faiz kazançlarının vergilendirilmemesi, yaygın biçimde istisna ve muafiyetlerin uygulanması daha çok yüksek gelirli kesim lehine vergi ayrıcalıklarının yaratılmasına sebep olmuştur. Mevcut uygulamalar nedeniyle vergi kayıp ve kaçağı artarak vergi ödememe eğilimi artmıştır. 1980 sonrasında sermaye gelirlerini artırmak ve sermaye piyasasını teşvik etmek amacıyla devlet tahvillerinin faiz gelirlerinin vergilendirilmemesi, hisse senedi gelirlerinin çok düşük oranda stopaja tabi tutulması, şirket ortaklığı gelirlerinin vergilendirilmemesi yönünde uygulamalar nedeniyle önemli ölçüde vergi kaybı ortaya çıkmıştır. Böyle bir vergi almama politikası gelir dağılımını bozmanın yanı sıra ekonomik ve sosyal yönden birçok olumsuz etkiler yaratmıştır. Devletin yeterli düzeyde vergi geliri elde edememesi sonucunda kamu hizmetlerini de yeterli düzeyde yerine getirememesinden doğan zarara toplumun tümü katlanmak zorunda kalmıştır.
 
            1980’li yıllardan günümüze değin, sermaye gelirlerindeki iyileşmenin bedelini büyük oranda ücretli kesim ödemiştir. Enflasyonla mücadele edilirken izlenen ücret politikalarının katkısıyla emek kesiminin milli gelirden aldığı pay oransal olarak azalırken, ücret üzerindeki vergi yükü giderek artmıştır. Böylece ikincil gelir dağılımı bir takım uygulamalarla düşük gelirli grupların aleyhine olmuştur. Türk Vergi Sisteminde yer alan vergi güvenlik önlemleri, konuluş gerekçelerinden farklı bir yapıya bürünerek, vergi adaletini bozucu, gelirin adil olmayan dağılımına katkı yapan bir fonksiyon üstlenmiştir.
 
            Türkiye’de gelir dağılımı konusunda yapılan resmi ve özel araştırmalara göre, gelir dağılımında adaletsizlik ciddi boyutlara ulaşmıştır. Milli gelir içinde emek faktörünün payı, sermayenin payına göre çok sınırlı kalmaktadır. Sermayenin milli gelirden zaman içinde daha çok pay alması, tasarruf oranını arttırmamakta, bunların yatırıma dönüşmesine de imkan sağlamamaktadır. Artan sermaye gelirlerini vergileme konusunda da başarı elde edilememektedir.
 
            Gerek gelir ve servet üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının düşük olması gerekse milli gelirden aldıkları pay %30’u geçmeyen ücretlilerin toplam gelir vergisinin ortalama %40’ını üstlenmeleri, Türk Vergi Sistemi ve uygulamalarının, gelir ve servet dağılımı üzerinde olumsuz etkisini belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. 1987-2003 döneminde faktör gelirlerinin ulusal gelirden aldığı pay içinde işgücü ödemeleri 1987 yılında %20,7 ile en düşük 1991 yılında %31,9 ile en yüksek payı oluşturmuştur. 1991 yılından sonra bu pay giderek azalma eğilimi içerisine girmiş, seçimlerin yapıldığı 1999 yılında %30,7 olarak gerçekleşmiş, 2000 yılından itibaren tekrar düşüş eğilimi içine girmiştir. 1980 sonrasında emek gelirlerinin milli gelirden aldığı pay düşerken emek üzerindeki vergi yükü artmıştır.
          
            Bu dönemde uygulanan politikaların, özellikle kamu borçlanma politikası ve sermaye sahiplerine yüksek oranlı faiz geliri sağlaması ve ücretleri baskı altında tutarak, emeğin ulusal gelirden aldığı payın gerilemesine neden olmuştur. Bölüşümün ücretliler aleyhine bozulmasının bir başka sebebi de, yüksek reel faizler nedeniyle girişimcilerin orta ve uzun vadeli yatırımlara girmekten kaçınması ve işgücü talebinin azalması sonucu ortaya çıkan işsizlik ve düşük ücret düzeyleridir. Türkiye’de özellikle çalışanlar aleyhine daha adaletsiz ve dengesiz yapıya dönüşen gelir dağılımının düzeltilebilmesi için, süratle birtakım tedbir ve politikaların uygulamaya sokulması gerekmektedir.                       
               
            Ülkemizde 1980 sonrası gelir dağılımında birincil gelir dağılımı, sermaye lehine emek aleyhine gelişmiştir. Bunu değiştirebilmek amacıyla sosyal devletin gereği olarak bu adaletsizliğe müdahale amaçlı olarak 1980 sonrası Türkiye’de uygulanan vergi politikaları ikincil gelir dağılımını diğer bir ifadeyle gelirin yeniden dağıtımını daha da adaletsiz hale getirmiştir. Eşitsizliği artıran bu vergi politikalarının vakit kaybedilmeden sağlıklı bir toplum yaratabilmek amacıyla gözden geçirilmesi ve objektif ve radikal bir biçimde değiştirilmesi gerekmektedir.
 
            Vergi sisteminde dolaylı-dolaysız vergilerin ağırlığını dolaysız vergiler lehine değiştirmek, dolaylı vergilerin farklı vergi tarifelerine göre uygulanması, dolaysız vergilerde gereksiz ve aşırı istisna ve muafiyet hükümlerine yer vermemek, asgari ücreti ve çok düşük gelirlileri vergi dışı tutmak ve enflasyonun düşük gelir dilimlerindeki olumsuz vergi etkisini gidermek amaçlı önlemler almak vergi sisteminin gelir dağılımı üzerinde yaratabileceği olumsuz etkileri kaldırabilecek vergi politikalarıdır.
 
            Sonuç olarak, 1980 sonrası dönemde devletin gelir dağılımına yaptığı müdahaleler, gelir dağılımının olumsuz yönde etkilenmesine yol açmıştır. Devletin müdahalesinin olumsuz olmasının nedenleri; vergi gelirleri toplanırken adaletsiz davranılması, vergi gelirlerinin daha çok düşük gelirlilerden ve ücretli kesimden toplanmasıdır. 1980 sonrası uygulamaya konan vergi politikaları üst gelir grupları lehine gelir dağılımını değiştirmiştir. Böylece devlet vergi politikaları ile gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmayı amaç edinmişken, gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da artırmıştır.
 
                                    YARARLANILAN KAYNAKLAR
 
AKDOĞAN Abdurrahman; Gelir Vergisi Açısından Vergi Adaletine Teknik Bir Yaklaşım, A.İ.T.İ.A. Maliye Fakültesi, Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayınları, No:137/1-9, Ankara 1980
BASKIN Yaşar, Değişen Sadece Vergi Oranları mı?, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı:57, Mayıs 1986
BATIREL Ö. Faruk, Türk Vergi Yönetimi, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, Gür-Ay Matbaası, 29. Seri, 1989/84
BATIREL Ö. Faruk, Kamu Maliyesi Teorisine Giriş, Marmara Üniversitesi Yayın No: 492, İ.İ.B.F. Yayın No: 388, 3.Baskı, İstanbul 1990
BORATAV Korkut; 100 Soruda Gelir Dağılımı, Kapitalist Sistemde, Türkiye'de Sosyalist Sistemde, 4.Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1997
ERCAN Türkan, Türkiye’de Gelir ve Kurumlar Vergisi Yapısının Değerlendirilmesi, DPT, Ankara 1994
ERDEM Metin, ŞENYÜZ Doğan, TATLIOĞLU İsmail, Kamu Maliyesi, Bursa 1998
KARLUK Rıdvan, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişim Yapısal ve Sosyal Değişim, Beta Basım Yayım Dağıtım, 5.Baskı, İstanbul 1997
KAZGAN Gülten, Türkiye’de Gelir Bölüşümü:Dün ve Bugün, Ekonomi ve Toplum, Friedrich Ebert Vakfı, İstanbul 1990
KAZGAN Gülten, ÖNDER İzzettin, KİRMANOĞLU Hasan, TUNCER Nihal; Türkiye’de Gelir Bölüşümünü Bozan Etkenler ve İyileştirilmesine İlişkin Politikalar, T.O.B.B. Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Çözüm Önerileri Dizisi 3, Sevinç Matbabası, Ankara 1992
KEPENEK Yakup, YENTÜRK Nurhan, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, Geliştirilmiş 10.Basım, İstanbul 2000
IŞIĞIÇOK Erkan, Türkiye’de Gelir Dağılımı ve 1987-1994 Gelir Dağılımı Araştırmalarının Karşılaştırmalı Bir Analizi, www.sbe.deu.tr./ SBEWEB/dergi/sbeall.htm (4 Mart 2002)
İL İlhan, Gelir Vergisi Konusunda Vergi Adaleti ve Gelir Dağılımını Etkileyen Başlıca Müesseseler ve İşleyişleri, Vergi Dünyası Dergisi, S.77, Ocak 1988
İNCE Macit, Maliye Politikası, A.İ.T.İ.A. ve Bağlı Yüksek Okulları Neşriyat ve Yardımlaşma Derneği Yayını, Ankara 1978
İTO, Türk Vergi Gelirlerini Arttırma Yolları, Alternatif ve Beklentiler, Yayın No:1989-15
ONARAN Özlem, The Effect of Taxes on Distribution of İncome in Turkey, Bilkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1994
OYAN Oğuz, Dışa Açılma ve Mali Politikalar Türkiye:1980-1989, V.Yayınları 1992
OYAN Oğuz, AYDIN Ali Rıza, Türkiye’de Maliye ve Fon Politikaları Alternatif Yönelişler, Adım Yayıncılık, Ankara 1991
ÖZMUCUR Süleyman, Türkiye’de Gelir Dağılımı, Vergi Yükü ve Makroekonomik Göstergeler, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 1996
PALAMUT M.E., YÜCE Mehmet; Türkiye'de 1980-2000 Döneminde Gerçekleşen Gelir Dağılımının İstenen Vergi ile Eğitim ve Sağlık Harcamaları ile İlişkisi, Türkiye'de 1980 Sonrası Mali Politikaları 16.Türkiye Maliye Sempozyumu 28-31 Mayıs 2001 Antalya
Petrol-İş, Year Book of 1991
RAWLS John, A Theory of Justice, Cambridge Mass: Harvard University Press, Massachusetts 22. Baskı, 1997
SEN Amartya, On Economic Inequality, Oxford Clarendon Press, 1973
SEN Amartya, Inequality, Unemployment and Contemporary Europe, International Labour Review, Vol.136 (1997), No:2 (Summer)
SÖNMEZ Mustafa, Gelir Uçurumu, Om Yayınevi, İstanbul 2001
ŞENATALAR Burhan, ÖNDER İzzettin, OYAN Oğuz, SEVİĞ Veysi; Türkiye'de 1980 sonrası Vergi Politikaları, TÜSES Yayınları, İstanbul 1990
TEMEL Adil, KELLECİ Mehmet A.; Faktör Gelirleri Üzerindeki Vergi Yükü ve Faktör Gelirleri (Net) Analizi, T.C. Başbakanlık Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara 1995
TÜRK İsmail, Maliye Politikası Amaçlar-Araçlar ve Çağdaş Bütçe Teorileri, 9. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 1992
TÜRK İsmail, Kamu Maliyesi, Gözden Geçirilmiş 2.Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara 1996
YÜCE Mehmet; Türkiye’de Gelir Dağılımındaki Adaletsizliğin İzlenen Vergi ve Harcama Politikaları ile Bağlantısı, 28.01.2005, www.econturk.com.tr
 
Zeliha BEKTAŞ
Burhan GÜNDOĞDU
Vergi Denetmen Yardımcısı
Hesap Uzmanı
 
 
 
Ücretsiz üyelik
Şifremi Unuttum
USD
Euro
Üfe & Tüfe Oranlarını görmek için aşağıdaki excel ikonuna tıklayınız.

*Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileridir.​

ÜFE & TÜFE
Endeks Arşivi

Excel Dokümanı
     
  Copyright ® 2013 Esenlik Yeminli Mali Müşavirlik Ltd. Şti. Web Tasarımı